Endurocu.Com

         
 

 

 
         
  |  Giriş  |  Hemen Üye Ol    

 
  www.endurocu.com :: Başlığı Görüntüle - balkan turu

 Sıkça Sorulan SorularSıkça Sorulan Sorular   AramaArama   Motosiklet GruplarıMotosiklet Grupları   HesabınızHesabınız   Özel Mesajlar (PM)Özel Mesajlar (PM)   GirişGiriş 

balkan turu
Sayfa Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
 
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    www.endurocu.com Forum Ana Sayfası -> Geziler/Toplantılar
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
hasan17
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye


Kayıt: Jan 01, 2007
Mesajlar: 289
Nerden: çanakkale biga
OFFLINE

MesajTarih: Pzr Arl 18, 2011 11:40 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

3.GÜN ( 30 Haziran 2011 Perşembe )


Bu günkü rotamızda Matka Kanyonu, Kalkandelen ( Tetova ), Manastır ( Bitola ) ve Ohrid var. Gerçi zamanlama konusunda problem yaşadığımız için Manastır’ı turdan çıkarmak zorunda kalıyoruz ama olsun, tekrar gelmek için bir sebep olur… Wink Toplamda 194 km yol gitmişiz, işte 3. gün yol izimiz;





Sabah Üsküp’ü gündüz gözüyle görmek için erkenden gezmeye çıkıyoruz. Çarşının içinde otelimize çok yakın olan Murat Paşa Camii çıkıyor önümüze;





Daha sonra gezdiğimiz yerlerde de dikkatimizi çekti, camilerin kapıları genelde kilitli. Sadece ibadet saatlerinde açılıyormuş. Sebep olarak ta usülü bilmeyen yabancıların ayakkabılarla içeri girmelerini önlemekmiş. Tam caminin içini göremeyeceğiz diye üzülürken sonradan tanışıp arkadaş olduğumuz biri gelip caminin kapısını açıyor. Bu kişi caminin hemen yanında çay ocağı olan kişi. Hem de Türk çayı. Tadı tam damak tadımıza uymasa da ülke dışında bunu bulmak büyük nimet.





Camiye girerken üniversiteli 4 Türk arkadaşta bizimle beraber içeriye giriyor. Tanışıp sohbet ediyoruz. Uçakla Balkan’lara gelip bazen otobüsle, bazen araç kiralayarak Balkanları geziyorlarmış. Bu arkadaşlarla çok ilginç buluşmalarımız oldu. Devamı raporda. Caminin içindeyiz;








Arkadaşlar kaleye gideceklerini söylüyorlar. Açıkçası bizim o kadar vaktimiz yok. Eski ve yeni şehrin ana bölgelerini görmek istiyoruz. Vedalaşıp ayrılıyoruz. Sabah boş olan çarşının sokakları;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Biraz yürüyünce akşam yemek yediğimiz meydana geliyoruz;








Bu bölgede herkes Türkçe konuşuyor ve çok sayıda Türk var. Yanımıza bir abi gelip selam veriyor. Üsküp’lü bir Türk’müş. İstanbul’da da evi varmış. Haritada birkaç yer sorunca üşenmedi bizi kendi gezdirmek istedi;





Lokantaların hemen yanında tarihi Kapan Han var;








Hanın içi gerçekten çok güzeldi;








Eski çarşının içinde gezmeye devam ediyoruz;












* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Sonrasında Sultan Murat tarafından 1436 yılında inşa ettirilen Sultan Murat Camii ve yanındaki saat kulesini görmek istiyoruz. Bize çarşıyı gezdiren abi, camiyi görebileceğimiz yere kadar bizi götürüp yolu tarif ediyor;








Ana yolun karşısına geçip çok eski ve bakımsız bir mahallenin içinde kalmış olan Sultan Murat camisine ulaşıyoruz. Cami ve saat kulesi yan yana. Daha doğrusu kule caminin avlusunda. Caminin ve kulenin kapısı kilitli. Bu defa bize yardım edecek birileri de yok. Sad Dışarıdan birkaç fotoğraf alıyoruz;








Bu da camdan çekebildiğim caminin iç fotoğrafı;





Bu arada saat kulesi ile şu bilgiyi verebilirim; kule 1566-1573 yılları arasında inşa edilmiş. Osmanlının ilk saat kulesi olarak biliniyormuş.


Tekrar Eski Çarşı yakınlarına dönüyoruz. Karnımız epey acıktı. Forumlarda okuduğum şu meşhur böreklerin tadına bakalım diyoruz. Tavsiye üzerine gittiğimiz Müslüman börekçide ilk defa Türkçe bilmeyen bir esnafla karşılaşıyoruz… Rolling Eyes Her börekten çeşit yap, karışık bir tabak istiyoruz diyoruz ama anlaşamıyoruz. Meğerse burada börekler porsiyonlukmuş ve gramla değil adetle satılıyormuş Smile Bizde farklı çeşitlerden sipariş verip test ediyoruz. Gerçekten anlatıldığı kadar güzelmiş, tavsiye ederim;





Karnımız doydu, tekrar sokaklardayız. Taşköprü’ye doğru ilerliyoruz. Dün gece motosikletlerle ilk geldiğimiz nokta olan, çarşının hemen girişinde bulunan Davut Paşa Hamamının yanına geliyoruz. Şu an sanat galerisi olarak kullanılıyormuş. II.Beyazıt zamanında sadrazamlık yapan Davut Paşa tarafından yaptırıldığı için bu ismi almış;





Ve Üsküp’ün her yerinden görülen dev haç;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Tekrar Taşköprü’deyiz;









Köprüyü geçip Üsküp’ün yeni şehir bölümüne geliyoruz. İnşası hala devam eden dev Büyük İskender Anıtını gündüz gözüyle görüyoruz;





Üsküp’te, Üsküp kızları ile çektirebildiğim tek fotoğraf Wink





Cadde boyunca bir çok heykel var;








Üsküp’lü olan Rahibe Terasa için yaptırılan anıt evin olduğu yere geliyoruz;


















* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Üsküp caddeleri;





Hasan Abi hazır boyacı varken ayakkabılarımı boyatayım dedi Wink





Taşköprünün olduğu yere geri dönüyoruz;








Buranın porsiyonları gibi simitleri de büyük;





Tekrar Eski Çarşı’dayız. Yavaş yavaş otele gidip yola çıkacağız. İşte dün gece eğlencenin koptuğu sokak;





Üsküp’te bu deri ayakkabılar çok meşhur. 40 Euro civarlarında satıyorlar;





Çarşı hareketlenmeye başlamış;





Sakın bizdeki Mado sanmayın, sadece isim benzerliği Wink





Murat Paşa Caminin yanındaki çay ocağında yolculuk öncesi bir Türk çayı içelim diyoruz;





Yine yanımıza biri gelip “Merhaba” deyip sohbete başlıyor. Smile Sanki Türkiye’deyiz… Beraber çay içerken eski Yugoslavya ile şimdiki durumu değerlendiriyor gelen arkadaş. Eskiden çok daha iyi durumda olduklarını anlatıyor. Bizde büyük bir merakla sorular yöneltiyoruz. Tam kalkmak üzere iken sabah burada vedalaştığımız üniversiteli arkadaşlar geliyor. Birer çay da onlarla içip yola çıkmak için ayrılıyoruz. Motosikletlerimizi yükleyip yola çıkmak için oteldeyiz;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Üsküp’le tekrar görüşmek üzere vedalaşıp ayrıldık. İlk gideceğimiz yer Üsküp’e yaklaşık 20 km mesafedeki Matka kanyonu. Gezi planlaması yaparken notlarıma burayı da almıştım. Treska nehrinin olduğu bu kanyonu metheden birkaç yazı okumuştum. Matka kanyonuna giden yol;





Kanyonun başlangıç bölümüne geliyoruz. Açıkçası biraz hayal kırıklığına uğradım. Önümüzde çok güzel bir nehir vardı ama etraf çöplerle doluydu. Nehir boyunca birkaç km daha gidebileceğimizi ama sonrası için yürümemiz gerektiğini öğrendik. Vaktimizin sınırlı olması ve ortamın çok ilgimizi çekmemesi sebebiyle birkaç fotoğraf almakla yetiniyoruz.














Kalkandelen ( Tetova ) yolundayız;














* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Kalkandelen’de Türk nüfusun yoğun olduğu bir bölge. İlk olarak Alaca Camii’ne gidiyoruz. Burası gerçekten görülmesi gereken bir yer. 1495 yılında iki kız kardeş tarafından yaptırılan cami, 1833 yılında Abdurrahman Paşa tarafından büyük bir onarımdan geçmiş. Bu onarım sırasında Osmanlı barok ve neoklasik stilinin karışımında bir yapı ortaya çıkmış. Caminin iç ve dış duvarları resimlerle donanmış. Bu resimler için 30.000 üzerinde yumurta ve bol miktarda hayvan kanının kullanıldığı rivayet ediliyormuş;













Caminin içindeyiz;
























* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Bu güzel caminin hemen karşısındaki kafeteryada bir kahve içip Harabati Baba Bektaşi Tekkesine gidiyoruz. Tekkenin çevrisinde Pazar kurulu olduğu için ilerlemek biraz zor oluyor ama sonunda tekkeyi buluyoruz;















Bu tekke, Bektaşilerin Balkanlardaki en büyük tekkesiymiş. Çok güzel ve büyük bir bahçesi var. Buranın restorasyonunda Türkiye’nin büyük desteği olduğunu öğreniyoruz.


















* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Bahçenin bir bölümünde türbeler var;











Tekkeyi keşfetmeye çalışırken kalabalık bir grup ve yanlarında bir derviş görüyorum. Grup, turla gelen bir Türk grubu. Dervişten bilgi almaya çalışıyorlar. Sonrasında da hatıra fotoğrafı çektirmek için sıraya giriyorlar. Güler yüzlü derviş tüm hoşgörüsü ile, tüm misafirlerle tek tek fotoğraf çektiriyor. Sonra beni görüp beni de yanına çağırıyor. “Sende de sakal varmış, seni de bizim buraya alalım” diyor. Gerçekten çok hoş bir insan. Orada çok daha uzun kalıp kendisiyle sohbet etmek isterdim;





Tekkenin diğer bölümlerini gezmeye devam ediyorum;








Karşıma ufak bir mescit çıkıyor;



Tekkenin diğer ucuna ulaşıyorum.





Bahçenin bu bölümünde bir mezarlık var;








Burası gerçekten çok güzel. İnsan bahçede gezinirken bile rahatlıyor;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Kalkandelen’i gezdikten sonra normalde rotamız Manastır ( Bitola ) olacaktı ama saate bakınca bundan vazgeçip direkt Ohrid’e gitmeye karar verdik. Tekrar yoldayız;








Yolun en güzel bölümü ise Mavrovo milli parkına yaklaştığımız ve yanından geçtiğimiz bölümleriydi. Biz vakit probleminden parka girmedik. Ama yanından geçerken bile yol ve manzara çok güzeldi;














Ohrid’e yaklaştığımızda son bir mola daha veriyoruz. Yeşilin her tonu içerisinde motosikletlerimiz;













* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Sonunda Ohrid gölünü görüyoruz. Ohrid şehrine gelmeden önce, göl kenarında turistik bir yer olan Struga’ya uğruyoruz. Burası Ohrid Gölünden doğan Kara Drim ırmağının olduğu yer. Gölden nehir oluşması çok ilginç. Ayrıca burada yaşayan bir kişiye, Çanakkale’den selam getirdik. Struga’da yaşayan Melek’e, ortak bir arkadaşım selam gönderdi. Öncelikle Melek’in çalıştığı oteli buluyoruz. Göl kenarında çok güzel bir tesis. Sanki bizi kırk yıldır tanıyormuşçasına karşılıyor Melek. Ortak arkadaşımız geleceğimizi haber vermiş. Tabi bizim vize sorunumuzdan haberi olmadığı için bizi daha önce bekliyormuş. Yolun yorgunluğunu güzel bir kahve ile atıyoruz;





Sonrasında oteli geziyoruz;








Şimdi otelin dışındayız. Struga’nın en güzel yeri olan nehrin başlangıcındayız,

















Melek’le burada bir hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Misafirperverliği için ne kadar teşekkür etsek azdır;





Otele, motosikletlerimizin yanına dönüyoruz;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Melek’le vedalaşıp Ohrid’e doğru yola çıkıyoruz. Yol süper. Yaklaşık 12-13 km gölün kenarından Ohrid’e doğru ilerliyoruz;











Sonunda Ohrid’e ulaşıyoruz. Şehrin girişinde çalıştığım firmanın reklam panosu ile karşılaşıyorum Very Happy






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Şehrin girişinde elinde otel, pansiyon yazıları ile müşteri yakalama telaşında olan kişiler var. Ama biz şehir merkezine ulaşıp, kalacak yeri orada bulmak istiyoruz. Nitekim merkeze gelip durduğumuzda hemen yanımıza biri gelip pansiyon arayıp aramadığımızı soruyor. Fiyat ve yer sorarken birkaç kişi daha geliyor… Smile Sonradan gelenlerden biri çok güzel Türkçe konuşuyor. Ama biz ilk gelen kişiyle anlaşmıştık. Pazarlık payları var. Önceden fiyatları bildiğimiz için kişi başı 15 euroluk fiyatı 10 Euro’ya indiriyoruz. Wink Pansiyon bir apartman dairesi. Fiyata göre çok güzeldi. Alt katında da kapalı otoparkı vardı. Odaya yerleştikten sonra hava kararmadan Ohrid’i görmek için dışarı çıkıyoruz. Pansiyon ile merkez arası 200 metre. Ohrid için farklı eğlenceler var. Biz sadece gezdik ama uzun süreli gelecekler için bilgi olsun Wink








Gölün kenarına geliyoruz. İşte gün batımında Ohrid;











Ohrid gölü ve şehri UNESCO tarafından dünya kültür mirasına alınmış. Bölge için çok turistik bir yer. Ohrid Gölü Avrupa’nın en derin gölüymüş. Derinliği 300 metre’ye yakınmış.


















* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Bizim Safranbolu evlerine benzeyen Ohrid evleri ve Ohrid kalesi;














Karnımız epey acıkmıştı. Ohrid’de ne yenir diye araştırdığımda karşıma bu göle ait özel bir balık olan bastrımka çıkmıştı. Şimdi bu balığın tadına bakıyoruz. Balığın fiyatı hakkında da bilgi vereyim, lokantalara göre kilosu 2000 ile 1200 dinar ( yani 33 ile 20 Euro ) arası değişiyor ;








Yemek sonrası kısa bir çarşı turu yapıyoruz. Sonrasında pansiyondayız. Televizyonu açınca bir önceki yıl Kızıldeniz turunda peşimizi bırakmayan “Kurtlar Vadisi” burada da karşımıza çıkıyor. Meğerse buralarda da çok meşhurmuş bu dizi… Confused


Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
Sponsor Linkler







Tarih:     Mesaj konusu:

Başa dön
Enduromann
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye


Kayıt: Feb 19, 2009
Mesajlar: 321
Nerden: Augsburg/Bavaria/Germany
OFFLINE

MesajTarih: Pts Arl 19, 2011 10:51 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Hasan Hocam,

geziniz güzel gecmis, zevkle izledim.
Selamlar Saygilar.
_________________
NE MUTLU ENDUROCUYUM DIYENE
HONDA AT / 95 / BMW R1200 GS
Skype Adres.: Eniskoray Almanya

Ercan

ENDUROCUNUN KALP ATISI
http://img30.imageshack.us/my.php?image=motorsevdasi.mp4
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder Skype Adresi
hasan17
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye


Kayıt: Jan 01, 2007
Mesajlar: 289
Nerden: çanakkale biga
OFFLINE

MesajTarih: Sal Arl 20, 2011 12:16 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

4.GÜN ( 01 Temmuz 2011 Cuma )


Bugünkü hedefimiz Makedonya’dan çıkıp, Arnavutluk’u geçip, Karadağ’a ulaşmak. 287 Kilometre yol yapacağız. İşte rotamız;





Bu gezi boyunca sabah kalktığımızda yaptığım ilk iş hemen dışarıya bakıp hava durumunu kontrol etmek oldu. Bu sabahta aynı şeyi yapıyorum. Biraz bulut olsa da yağış yok. Süper… Smile Pansiyonun yanındaki caddede bir börekçi görmüştük. Üsküp’ün böreklerini çok beğendiğimizden burada da kahvaltı için seçimimiz burası oluyor. Motorlarımız yüklüyor, börekçinin karşısına park ediyoruz. Tam kahvaltıya oturuyoruz ki dışarıda şiddetli bir yağış başlıyor… Confused





Acaba diner mi diye biraz bekliyoruz. Yağış azalsa da ufak ufak yağmaya devam ediyor. Yolda ne olacağı belli değil. Benim mutlaka yağmurluk almam lazım. Tuncay’ın kulaklarını bir kez daha çınlatıyorum Evil or Very Mad .

Sağdan soldan geçenlere yağmurluk bulabileceğimiz bir yer sorarken elinde şemsiyesi ile bisiklet kullanan biri yanımıza geliyor. Durumumuzu anlayınca, bisikletini motorlarımızın yanına bırakıp beni mağazaların bulunduğu bir yere götürüyor. Ama burada aradığım tarzda yağmurluk yok. Tekrar geri dönüyoruz. Bu defa motosiklet mağazalarının yerlerini soruyoruz. Beni takip edin diyor. O önde biz arkada Ohrid sokaklarında turluyoruz. Allah’tan yağmur diniyor. Bir mağazaya geliyoruz ama kapalı.





Adam yardım etmekte kararlı. Mağazanın tabelasından dükkan sahibinin cep telefonunu buluyor. Telefon görüşmesi sonrasında mağazanın açılışına daha 1 saat olduğunu öğreniyoruz. Basit bir yağmurluğun da işimizi çözeceğini, yapı market gibi bir yer olup olmadığını sormaya çalışıyoruz ama bu defa anlaşamıyoruz. Hemen Türkçe bilen bir arkadaşını arıyor. Cep telefonu bir bizde bir onda, tercüman sayesinde derdimizi net olarak anlatıyoruz. Yine takip başlıyor. Bizi bahçe malzemelerinin satıldığı bir yere götürüyor. Alt-üst basit tarzda yağmurlukları vitrinde görüyoruz. Artık yağmur kâbusum olmaktan çıkıyor. Very Happy Bizim için 1 saatten fazla zamanını harcayan bu arkadaşa ne kadar teşekkür etsem azdır;





Kendisine veda etmeden, Ohrid’de görmek istediğimiz St.Panteleymon kilisesini soruyoruz. Tabi kilisenin adını o anda tam hatırlayamadığımız için, sadece kilise olarak soruyoruz. En meşhurunu yani. Ama sanırım bu arkadaş cami aradığımızı tahmin edip bizi camilerin olduğu yere götürüyor. Bugün Cuma diyor, sanırım Cuma namazı için yer aradığımızı tahmin etti. Sayesinde bu bölgeyi de görmüş oluyoruz Smile







Aradığımız yerin kalenin yanında olduğunu bildiğimizden arkadaşımızı daha fazla yormadan ayrılıp, kaleye doğru ilerliyoruz. Zaten biraz gidince tabelalar karşımıza çıkıyor. St.Panteleymon kilisesi, gölü çok güzel gören bir tepenin üzerinde. Sonunda hedefe ulaşıyoruz;





Burası Bizans döneminin en önemli kilisesiymiş. Kilisenin başka bir özelliği ise Kiril alfabesinin burada bulunmuş olması. Kilise ile ilgili başka bir bilgi de 15. Yüzyılda camiye, 16. Yüzyılda tekrar kiliseye, 17. Yüzyılda da tekrar camiye dönüştürülmesi. Sonrasında tekrar kilise olmuş tabi. Kilisenin mimarisi çok güzel. Ayrıca çok güzel mozaikler var.








Kilisenin bahçesinde Balkanların en eski üniversitesine ait yapılar mevcut. Bu eski üniversiteyi ortaya çıkarabilmek için her tarafta kazı yapılıyor;









* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Yine aynı bahçede Fatih Sultan Mehmet’in askerlerinden olan Nişancı Sinan Yusuf Çelebi’nin türbesi de var;









Bu güzel yerden ve Ohrid’den ayrılmadan önce Ohrid Gölünün güzel manzarasına son kez bakıyoruz;







Tekrar yoldayız. Hedef Arnavutluk sınırı. Struga’da benzin alırken tekrar yağmur başlıyor. Yağmurluklarımızı giyiyoruz. Bol virajlı bir tırmanışın sonunda Arnavutluk sınırına ulaşıyoruz. Sorunsuz olarak sınırı geçiyoruz;








Arnavutluk tarafına geçince çok ilginç bir manzara ile karşılaştık. Yol boyunca dizilmiş en az 20-30 yerde, havaya doğru fıskiye şekilde fışkıran sular ve bu suların altında araba yıkamak için bekleyenler vardı. Belli ki burada çok bol su kaynakları var. Bu yörenin araç yıkama şekli de bu herhalde… Smile


Ufak ufak yağan yağmur sebebiyle durup fotoğraf çekemedik ama her yerde Enver Hocanın Arnavutluk savunması için yaptırdığı bunkerlerden vardı. Yarım top şeklindeki beton savunma noktaları 200-300 metre arayla inşa edilmiş.


Elbasan’a doğru yol alırken, adını hatırlayamadığım küçük bir yerde Cuma namazını kılmak için durup bir cami arıyoruz. Yağmur bulutları da yok olduğundan yağmurluklarımızı da çıkarıyoruz.






İlginç bakışlar arasında camide yerimizi alıyoruz. Hutbeyi anlayamasak ta farklı bir coğrafyada, farklı insanlarla bir arada olmak güzel bir duygu. Namaz sonrası camiden çıkanların ilgisi üzerimize toplanıyor. Özellikle de çocukların… Smile





Yanımıza Bursa’da İlahiyat Fakültesinde okuyan bir Arnavut genç geliyor. Türkçe konuşan birini bulmak güzel. Biraz sohbet ediyoruz. Çocuklara, yanımızda getirdiğimiz Türk Bayraklı çıkartmalardan veriyoruz;





Çocuk dünyanın her yerinde çocuk. Bu küçük hediyeden o kadar mutlu oluyorlar ki. Smile Bir hatıra fotoğrafı çekip ayrılıyoruz;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Kısa bir süre sonra Elbasan’a ulaşıyoruz. Elbasan’a girdiğimizde açıkçası dumur oluyoruz. Bakımsız bir şehir karşılıyor bizi. Ama arabalar 10 numara… Wink Arnavutların araba hırsızlığı konusunda kötü bir sicili var. Avrupa’dan çalınan arabaların burada sorgusuz sualsiz kişilerin üzerine kayıt ettirebildiklerini, bu durumunda maalesef araba hırsızlığının burada bir sektör haline geldiğini okumuştum. Sanırım gerçek payı var.








Biraz daha ilerleyince kale ve saat kulesinin olduğu daha güzel bir bölgeye ulaşıyoruz;











Buraya kadar gelmişken Elbasan tava yemediniz mi derseniz; evet yemedik. Okuduğum bir çok forumda, burada Elbasan tava nedir bilmediklerini, Elbasan tavanın Türkiye'de meşhur olduğunu öğrendiğim. Türkiye'den gelip te Elbasan tava arayanlarının durumuna düşmemek için hiç sormadan yola devam ettik. Smile Hedef Arnavutluk'un başkenti Tiran.


Elbasan'dan ayrılır ayrılmaz çok dik bir dağa tırmanmaya başlıyoruz. Aslında bu virajlar yolun devamının habercisiymiş, sonradan öğrendik. Yavaş yavaş yükseliyoruz;








Elbasan'ı yukarıdan fotoğraflamak için duruyoruz. Endüstri bölgesi şehrin havasını biraz karartsa da kuş bakışı güzel bir manzara;










* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Gezi boyunca birçok yerde korna çalarak, el sallayarak bize selam veren insanlar oldu. Açıkçası bir süre sonra buna alışıyorsunuz. Yine tam bu fotoğrafları çekerken bir kaç araçta korna çalarak yanımızdan geçti. Ama bir tanesi işi iyice abarttı. Bulunduğum kayaların üzerinden indiğim için araca bakmadan bende el salladım. Sonrasında motorlarımıza binip tekrar hareket ettik. İlk virajı dönerken üzerimize çevrilmiş 2-3 fotoğraf makinasını görünce çok şaşırdık. Makinaların arkalarındakini görünce daha da şaşırdık. İki gün önce Üsküp'te tanıştığımız üniversiteli genç arkadaşlarla burada yolumuz tekrar kesişmişti. Very Happy Onlarda araç kiralamışlar ve Tiran'a gidiyorlarmış. Bir kez daha hatıra fotoğrafı çektirip, iletişim bilgilerimizi onlara verdik. Kağıt kalem bulmak bizim için dert olduğundan onlar bizim bilgilerimizi aldılar. Ama hala dönüş olmadı. Gezi raporunu yayınlayacağımı söylemiştim. Eğer buradan okurlarsa lütfen bizimle irtibat kursunlar ve çektikleri fotoğrafları bizimle paylaşsınlar;





Bu arada viraj tabelası dikkatimi çekti, Türkiye'deki gibi burada da epey keskin nişancı var galiba Evil or Very Mad





Arkadaşlarla vedalaşıp yola, daha doğrusu virajlara devam ediyoruz. Buradaki yolu size tarif etmem gerçekten zor. Çok dağlık bir arazide sürekli viraj alarak yol alıyorsunuz. Hızınız 40-50'yi geçemiyor. Bir ara çok enteresan bir yerden geçtik. Bir dağın tam zirvesindeydik. Yani dağın tam sırtından 1-2 km yol gittik. Sağımızda ve solumuzda müthiş bir manzara vardı. Mola vermediğimiz için güzel fotoğraflar çekemedik. Hasan Abi'nin motosiklet kullanırken çekebildiği bir kaç pozu paylaşayım;








Dağlardan inmeye başladığımızda bir çok aracın yol kenarında durduğunu ve araba tutan bir çok kişinin çıkartma yaptığını gördük... Shocked Sayısız virajdan sonra normaldir sanırım... Smile


Sonunda Tiran'a ulaştık. Ama tam bir felaket. Trafiğin içinde sıkışıp kaldık. Adım adım ilerliyoruz. Tiran'da görmek istediğimiz 3 yer var ve bu 3 yer aynı noktada. Ethem Bey Cami veya İskender Bey Meydanı olarak gideceğimiz yeri bulmaya çalışıyoruz. Tam bu sıkışık trafikte bir de yağmur başlıyor. Hemen uygun bir yere park edip kendimizi korunaklı bir yere atıyoruz. Asfaltın üzeri dere olup akıyor;








Allah'tan yağmur kısa sürüyor. 10 Dakika sonra yine güneş açıyor.





Bu moladan faydalanarak harita üzerinde gideceğimiz yeri öğrenmeye çalışıyoruz. Anlıyoruz ki çok yaklaşmışız. 500-600 Metre ilerleyip sola döndüğümüzde meydanı görüyoruz. Ama çalışmalar sebebiyle yol kapalı. Meydana ulaşmak için tam bir daire çizmek zorunda kalıyoruz. Meydanı net olarak gördüğümüz ilk yerde durup, park yeri ararken, Polanya'lı 2 motosikletçi daha yanımıza geliyor. Belli ki onlarda meydanı gezmek için park yeri arıyor. Bu iki ikiterci ile sohbet etmeye çalışırken Tiran'ın bir delisi yanımıza geliyor. Very Happy Eliyle süper işareti yaparak, motosikletlerimiz için sanırım güzel şeyler söylüyor. Ve sonunda gelip benim motosikleti öpüyor. Daha önce bence deli öpmüştü ama motosikletimi öpen ilk defa oldu. Aramızdaki sohbetlerde sık sık geçen "Deli mi öptü bizi, ne işimiz var buralarda" cümlesi kifayetsiz kalmıştı. Motosikletimizi bile deli öpmüştü, artık Katmadu-Nepal'e bile gidebilirdik... Twisted Evil





İskender Bey Meydanı ve hemen arkasında yine Tiran'ın sembol binalarından Tiran Opera Binası;





Ve biz el sallayan tanıdık dört kişi. Very Happy Onlarda arkamızdan aynı yere gelmişler.






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Az ileriden meydana doğru bir sokak olduğunu fark edip oraya yöneliyoruz. Ethem Bey Camii ve Saat Kulesinin tam dibine çıkıyoruz... Wink





Ethem Bey Camii ve saat kulesi Tiran'da Osmanlı'dan kalan en önemli eserler. Cami 18 Yüzyılda Ethem Bey tarafından yaptırılmış. Enver Hoca zamanında ayakta kalan nadir camilerden. Zaten 1990 yılına kadar müze olarak kullanılmış. Caminin iç ve dış duvarları kalem işi duvar resim ve motifleri ile süslü ve gerçekten çok güzeller. Caminin hemen yanında yükselen saat kulesinin yapım tarihi ise 1830. Caminin içi;











Caminin, üstü ve yanları kapalı olan dış bölmesi;








Hasan Abi dışarıda, motosikletlerin başında nöbette. Biraz sonra nöbeti ben devralacağım ve o gezecek;





Caminin hemen sol yanında İskender Bey Meydanına var;





Tadilat sebebiyle e her yer çevrilmiş. Uzaktan bir fotoğraf çektiriyorum;





Tiran'ın göbeğine kocaman heykeli yapılan bu İskender Bey kimdir dersiniz, bize epey zararı dokunan bir kişi. 1405-1468 Yılları arasında yaşamış ve bu coğrafyada Osmanlı'ya kök söktürmüş. Aslında hikayesi de ilginç. Osmanlının kazandığı bir savaşta 3 kardeşi ile beraber Osmanlı'ya esir düşmüş. Edirne'de Yeniçeri ordusunda devşirme yapılıp, müslüman olmuş. II.Murad zamanında Kruja Bey'i olarak Arnavutluk'a gönderilmiş. 1443'te Osmanlının Macarlarla yaptığı bir savaşı kaybetmesini fırsat bilerek Osmanlı ordusundan ayrılıp, Kruja kalesini eline geçirmiş. Hristiyan olduğunu ve Osmanlı'ya karşı bağımsızlığını ilan etmiş. 18 Yıl boyunca bu bölgeyi Osmalılara karşı başarıyla savunmuş.

Avrupa'da efsane haline gelmiş. Osmanlı bu bölgeyi ancak İskender'in ölümünden sonra ele geçirebilmiş.


Tiran'ın simgesi 3 noktayı da gördükten sonra Üsküp'ten arkadaşlarımızla son kez vedalaşıyoruz;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *


Tekrar yollardayız. Şimdiki hedef Karadağ sınırı;





Hasan Abi'de yorgunluk ve sıcak, baş ağrısı yapıyor. Molaları arttırıyoruz;





İşkodra'ya (Shokoder )yaklaşıyoruz. Büyük bir kavşağa geliyoruz. Sağ tarafa dönüp bir kaç km gidersek İşkodra'ya varacağız. Ama hava kararmadan Karadağ'a geçip, Ulcinj'e ulaşmak istiyoruz. Bu sebeple köprüden Bojana nehrinin karşısına geçip, Ulcinj'e doğru yol almaya karar veriyoruz. Ek bir bilgi daha; köprüyü geçtiğinizde sağ tarafa giderseniz Balkanların en büyük gölü olan İşkodra gölüne ulaşabilirsiniz.


Köprüyü geçmeden önceki levhalar dikkatimizi çekiyor. Avrupa'nın pek çok yerine km bilgileri verilmiş;





Kısa bir süre sonra Karadağ sınırına ulaşıyoruz ;





Pasaportlarımızı verip bekliyoruz. Sınır geçişleri gerçekten çok kolay. 10 dakika sonra, pasaportları verdiğimiz bölümün yan tarafından teslim alıyoruz. Arnavutluk çıkışı halloldu. Karadağ giriş işlemlerini de yaptık mı işlem tamam. Ara bölgeyi geçmek için hareket ediyoruz;





Yaklaşık 5 dakika yol almamıza rağmen Karadağ gümrük kapısına ulaşamıyoruz. Confused Acaba yanlış mı geldik derken, pasaportları kontrol ediyoruz. Karadağ girişleri yapılmış. Sonradan anladık ki yan yana iki yer iki ülkenin sınır kapılarıymış ve biz Karadağ'a girmişik. Smile





Güzel yollardan Ulcinj'e ilerliyoruz;









Hava kararmadan Ulcinj'e giriyoruz. Ulcinj Karadağ'ın sınıra en yakın tatil beldesi. Rota planı yaparken konaklama için en uygun yer burası geldiği için burayı tercih ettik. Şehrin girişinden itibaren otel ve pansiyonlar var ama biz yine merkeze yakın bir yerde konaklamak istiyoruz. Yolun sonunda saat uygulaması sebebiyle bir tarafı trafiğe kapalı bir döner kavşağın yanında duruyoruz. Belli ki trafiğe kapalı yer sahile, yani tam merkeze inen yer... Smile Biz daha motosikletlerimizden inmeden yanımızda bir araba ve küçük bir motosiklet duruyor. Pansiyoncular... Smile Yakınlık durumuna göre birini tercih edip pansiyona bakmaya gidiyoruz. Oda güzel. Tek beğenmediğimiz nokta duş ve tuvaletin yan oda ile ortak olması ama zaten yan oda boş. Kişi başı 10 Euro'ya anlaşıp yerleşiyoruz. Motosikletlerimiz pansiyonun karşısındaki bahçede. Üçüncü motosikleti sorarsanız, onlarda bizim gibi turist. Karşı pansiyonda kalan bir çiftin motosikleti.






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Günün yorgunluğunu atan bir duş sonrası dışarıdayız. Karnımız çok aç ve Karadağ'ın dağlarında yetişen hayvanlardan yapılan meşhur bifteklerden yemek için sabırsızlanıyoruz. Sahile inmeden ana cadde üzerinde bir yere giriyoruz. Lokanta sahipleri Müslüman, yani domuz eti şüphesi yok Smile Yan masalarda oturanlar ve lokanta sahipleri çok cana yakın. Anlaşabildiğimiz kadarıyla sohbet etmeye çalışıyoruz. Birazdan etlerimiz geliyor;





Karnımız doyunca hedef, şehrin çok daha canlı bölümü olan sahili. Hasan Abi dondurmacıları hiç boş geçmiyor. Herhalde benzinden sonra en çok dondurmaya para vermiştir. Smile





Uzun bir inişten sonra sahile ulaşıyoruz. Gezinin önemli anlarından biri; Adriyatik denizine ulaştık. Smile Burası müthiş hareketli. Çok güzel bir koy. Büyük bir kumsalı var. Koyun etrafı bar, restaurant ve çeşitli dükkanlarla çevrilmiş;





İnsanlar akın akın iki nokta arasında geziyor. Gezmeyenlerde duvar boyunca oturmuş geçenleri izliyor. Sanki podyum gibi Smile ;











Koyun bir ucu kalenin de bulunduğu eski şehir;











Sabah buraları tekrar görmek üzere pansiyonumuza geri dönüyoruz.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
__face__
BMW Grubu
BMW Grubu


Kayıt: Apr 11, 2006
Mesajlar: 5500
Nerden: Bandırma
OFFLINE

MesajTarih: Sal Arl 20, 2011 12:00 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

hasan17, Abicim Eline, Yüreğine sağlık... Şov olmuş yine.. Özlemişim seni fotoları görünce... En kısa zamanda görüşmek dileği ile...

Saygılar...
_________________
...der __face__

Feyzhan
ÖZTÜRK
545 401 45 46
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger
hasan17
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye


Kayıt: Jan 01, 2007
Mesajlar: 289
Nerden: çanakkale biga
OFFLINE

MesajTarih: Çrş Arl 21, 2011 9:33 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

5.GÜN ( 02 Temmuz 2011 Cumartesi )


İlk plana göre 5. günün tamamı Karadağ'ın sahil bölümüne ayırmıştım. Fakat Bulgaristan'ın yaşattığı ve bize 3 güne mal olan vize problemi yüzünden geceyi Dubrovnik'e ulaşacak şekilde planlıyoruz. Aslında rotamızda eksik bir yer olamayacak ama gezi sürelerini biraz kısacağız. 5. Gün toplam 191 km yol yapmışız. İşte günlük rotamız;





Güne, odamızın balkonunda güzel bir kahvaltı ile başlıyoruz. Hasan Abi sağ olsun, ocağından çaydanlığına her şeyi taşıyor. Demleme Türk çayını da özlemişiz;





Kahvaltı sonrası motorlarımızın yanındayız. Eşyalar yüklendi ve yola çıkılacak. Karşı bina kaldığımız pansiyon ;





Ulcinj'i bir de gündüz gözü ile görelim diyoruz. Akşam trafiğe kapalı olan yol açılmış. Sahile kadar motosikletlerimiz ile inebileceğiz.





Caddenin sonunda Adriyatik görünüyor;





Yolda denk gelen 2 Türk arkadaş fotoğrafımı çekiyor;





Dün gece gördüğümüz koy, gündüz bir başka güzel. Kumsal, şemsiyeler ve şezlonglarla kaplanmış durumda;











Bir hatıra fotoğrafı çektirmek lazım ;







* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Koyu daha güzel bir yerden görebilmek için sahilden ayrılıyoruz;








Aynı zamanda otopark olan çok güzel manzaralı bir yerde fotoğraf çekmek için duruyoruz. Kale ve eski şehrin olduğu bölüm;





Az önce geldiğimiz plaj;





Motosikletlerimizle buradaydık Smile ;








Ulcinj'den ayrılmak için hareket ediyoruz. Ama kaleyi farklı bir açıdan yakalayınca son bir foto daha alıyoruz;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Rotamızda, Karadağ'ın en önemli liman kenti olan Bar var. Yaklaşık 30 km sonra Bar şehrine varıyoruz. Anayoldan, kalenin bulunduğu eski şehir tabelasına uyarak dağ tarafına doğru sapıyoruz. Dağlar sahile çok dik ve yüksek. Gerçekten güzel bir manzara. Unutmadan bu bölgede çok zeytin ağaçları var. Hatta Avrupa'nın en yaşlı zeytin ağacının ( 2000 yaşında olduğu iddia ediliyormuş ) burada olduğu okumuştum ama arama şansımız olmadı. Turistlerin uğrak noktalarından biriymiş.





Kaleye doğru çıkarken 307 yıl (1571-1878) Osmanlı egemenliğinde kalan bu topraklarda, ecdadın mezarları çıkıyor karşımıza ;





Kale karşımızda;





Çok sakin bir yer. Motorlarımızı kalenin giriş kapısının yanına park ediyoruz;




Kale kapısının tam karşısında ecdattan bir eser var, güzel bir çeşme;





Kana kana içiyoruz buz gibi sudan;





Hasan Abi sıcak havanında etkisiyle kalenin içini gezmek istemiyor; "Ben motorları beklerim, sen gez" diyor.





Kalenin içi dışarıdan göründüğünden çok daha büyükmüş. İçeride birbirinden farklı bir çok yapı var. Kalenin içinden görüntüler;


















* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Kalenin içerisinde gezerken, muhtemelen bir giyim firmasının katalog çekiminin yapıldığı noktaya denk geliyorum. Kısa bir selamlaşmadan sonra izin alarak mankenimizin bir kaç pozunu da ben çekiyorum Wink





Kalenin içinde ufak bir kilise de mevcut;





Kaleden şehir manzarası;





Hasan Abiyi çok bekletmemek için kaleden çıkıyorum. Kalenin önünde çok güzel evler mevcut;





Bu arada bisikletleri ile bize şov yapan küçük çocukları yanıma çağırıyorum. Onlara, bisikletlerine yapıştırmaları için Türk bayrağı çıkartmalarından hediye ediyorum;





Hasan Abi bulutlanan havayı gösteriyor. "İşte Balkanlardan yurdumuza gelen yağışlı havaların yola çıkış noktası" Smile






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Bar'ın yeni şehir bölümüne gitmeden, yola devam etmeye karar veriyoruz. Önümüzde çok daha güzel şehirler var. Budva'ya doğru hareket ediyoruz.


Adriyatik kıyılarında yolculuk ediyoruz. Sahil boyunca motosiklet kullanmak güzel bir duygu;














Budva'ya yaklaşık 10 km kala Karadağ'ın en güzel noktalarından biri olan Sveti Stefan çıkıyor karşımıza. Doyumsuz bir manzarası var. Denizin içinde küçücük bir ada. Buranın hikayesi de ilginç. Ada, 15. yüzyıldan 1950'li yıllara kadar balıkçıların kalıp yaşadığı bir yermiş. Ama 1960'tan sonra buranın yıldızı parlamış. Dünya starlarının gözdesi haline gelmiş. Bir çok ünlü bu adadan ev almış. Bir kaç yıl önce ise Singapurlu bir şirket fahiş fiyatla adayı almış. Restore edip turizm merkezi haline getirmiş. Bu sebeple müşteriler dışında adaya girişin olmadığını okuduğumdan sadece seyredip, bu güzelliğin zevkini bu noktadan tatmaya çalışıyoruz;









* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Bu küçük moladan sonra hedef Budva. Budva, UNESCO'nun tarih miras listesinde. Bunu da kesinlikle hak ediyor. Bu güzel şehir 1572 ılında Uluç Ali Paşa tarafından Venediklilerden alınmış ama yapılan anlaşmalarla, 1 yıl sonra tekrar Venediklilere verilmiş.


Şehre girdiğimizde eski şehir tabelalarını takip ederek tarihi dokunun olduğu bölgeyi bulmaya çalışıyoruz.





Motorlarımızla sahile inemeyeceğimizi anlayınca, sahilin hemen yanındaki ücretli bir otoparka motosikletlerimizi bırakmak istiyoruz. Ama çok enteresan, kapıda giriş bileti kesen görevli ısrarla geçişimize izin vermiyor. Bize yan taraftan içeri girin diyor. Bizde bilet almadan bulduğumuz boşluktan içeri giriyoruz. Motosikletlerimizi arabaların yanına park ediyoruz. Hemen bir görevli geliyor. Motosikletlerimizi buraya bırakamayacağımızı söylüyor. Parası neyse verelim diyoruz, yine olmuyor. Müdürü kızıyormuş... Smile Bize uygun bir yer gösteriyor. En sonunda konu anlaşılıyor ki, motosikletlere ücret almıyorlarmış ama araçların parkını engellemeyecek şekilde motorları bırakmamız şartı ile. Neyse, sonuçta motorlarımızı emniyetli bir yere bırakıp, kıyafetlerimizi de karşıdaki mağazaya emanet ediyoruz.





Motorları bıraktığımız bu noktadan 50 metre yürüyerek sahile ulaşıyoruz ki neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Biz Budva'ya değil, melekler şehrine gelmişiz Very Happy . Böyle bir karşılama törenine hiç gerek yoktu ama Rolling Eyes ;











Bu karşılama şokunu atlattıktan sonra eski şehrin bulunduğu surlara doğru ilerliyoruz. Surların dışında çok sayıda kafeterya ve restaurant mevcut;











Surlar içinde yer alan şehrin planı;





Kapı girişinde Venedikleri temsil eden kanatlı aslan figürü;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Şehrin içindeyiz. Dar sokakları ile büyüleyici bir yer. Sanki zamanda yolculuk yapmışsınız gibi ;


















* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Kalenin giriş bölümüne geldiğimizde, surların üzerinden denizi ve şehri görebiliyorsunuz;











Kilise;





Buradan ayrılmak istemiyoruz ama daha görecek çok yerimiz var. Dar sokaklarda kaybola kaybola şehirden çıkış yolculuğuna başlıyoruz;














Tekrar dışarıdayız;





Hasan Abi ile yemek konusunu ne yapalım derken yeterince acıkmadığımızı, yanımıza bir şeyler alıp yolda piknik tarzı yemeği kararlaştırıyoruz. Otoparkın dışındaki marketten gerekli malzemeleri aldıktan sonra tekrar yoldayız. Hedefte yine UNESCO listesinde olan Kotor var.


Kotor'a varmadan yemek molası;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Yemek, daha doğrusu ufak bir piknik sonrası tekrar yoldayız. Kotor'a vardığımızda, şehir dışında, ilk defa bir fiyord görme, hatta çevresini motosiklet ile turlama şansına sahip olacağım. Kotor'a ulaşım için sanırım iki yol var, çünkü aynı tabelada Kotor için 2 farklı yol gösteriyordu. Biz tünel olan yolu seçiyoruz. Tünelden çıkar çıkmazda kendimizi Kotor'da bulduk. Göl gibi durgun bir koyun içinde hatırı sayılır para ettiği her halinden belli onlarca yat vardı. Daha fiyordu bir ucundan görmüştük ama burası bile büyüleyiciydi. Burada da, Budva’ya benzer bir eski şehir var. Yani surlar içinde olan bir yerleşim. Motosikletlerimizi kale kapsına yakın bir yere park ediyoruz. Ama o da ne ? Üzerimize yağmur damlaları düşmeye başlıyor. Hemen bir kafetaryanın şemsiyesi altında kendimizi korumaya alıyoruz. 5-6 Dakika sonra yağmur şiddetini kaybediyor. Önce surların önünde sahili turluyoruz;








Sanırım burada dantel benzeri masa örtüleri meşhur. Kadınlar, turistlere bunları satmaya çalışıyorlardı;





Hasan Abi bir de Kotor'un dondurmasının tadına bakıyor;





Sahildeki surların çok daha uzağında eski şehri saran surları görüyoruz;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Sıra eski şehirde. Ana kapıya giderken yağmur tekrar başlıyor ve bu defa daha şiddetli yağıyor. 10 Dakikadan daha fazla bu kapının altında beklemek zorunda kalıyoruz;





Burası da en az Budva kadar güzel ama bizi karşılayan melekler olmayınca biraz yadırgadık Twisted Evil Eski şehri gezmeye başlıyoruz;


Kotor 12 ve 14. Yüzyıllar arası inşa edilmiş ve günümüze kadar korunmuş çok güzel bir yer.











Şehrin dar sokaklarına dalıp geziyoruz;








17.Yüzyıldan kalma Palata sarayı. Dönemin önemli ailelerinden olan Buca ailesinden kalmış gotik bir saray;









* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Şehrin önemli simgelerinden St.Tryphon Katedrali;














Eski şehre giriş yaptığımız deniz kapısına yaklaşıyoruz. Kapının karşısında tarihi saat kulesi;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Tekrar sahile çıkıyoruz. İnsan burada saatlerce vakit geçirebilir;















* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Şimdi Kotor fiyordunu turlayacağız. Fiyordun çevresini turlamak istemeyenler için ufak feribotlar da var ama kesinlikle burayı turlamanızı tavsiye ederim. Tam bir doğa harikası. İsviçre'nin göllerini anımsatan manzaraları var. Bol seyir ve fotoğraf molalı turumuz başlıyor;

















Kotor körfezinin Adriyatik denizine açılan kanalın tam karşısında bulunan Perast’a geliyoruz,











İşte körfezin karşı kıyısında bulunan ve Adriyatik’e bağlantıyı sağlayan kanal;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *




Perast’ın karşısında iki ada mevcut. Üzerinde selvi ağaçları bulunan doğal bir ada. Ağaçların dışında 12.yüzyıldan kalma Svaeti Djorge Manastırı (St. George ) da mevcut. Diğeri ise Gospa od Skrpjela (

Kayaların Laydisi) insan yapımı bir ada. Yöre halkı tarafından 550 yılda yapılmış. Birkaç farklı hikayesi var. Üzerinde kilise mevcut ve yılın belli günlerinde burada dinsel törenler yapılıyormuş.





Bu nokta körfezi yüksekten gören güzel bir yer;








Deniz seviyesine iniyoruz;








Körfezi dolaşmak istemeyenler için kanal geçişini sağlayan küçük feribotlar. Ama kesinlikle körfezi turlayın, çok şey kaçırırsınız;









* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Yola devam ediyoruz. Herceg Novi’ye ulaşıyoruz. Sahil’e inmeden sınıra doğru yol alıyoruz. Gece Dubrovnik’te gezmeyi tercih ediyoruz.


Karadağ sınırına ulaşıyoruz. Geçiş yine çok kolay oluyor. Ama Hırvatistan tarafından gelen bir çok araç var. Ara bölge ( yaklaşık 1-2 km var ) tamamen araç kuyruğu ile kaplı. Sınıra ters taraftan gelmediğimize dua ediyoruz Smile












* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Sınırı geçtikten kısa bir süre sonra muhteşem manzarası ile Dubrovnik karşımıza çıkıyor. Gerçekten çok güzel ;









Bu noktada pansiyon sahibi bir kişi yanımıza geliyor. Fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere Dubrovnik’e 2-3 km mesafedeydik. Daha önce yaptığım araştırmalarda, şehir merkezinde uygun fiyatlı otel veya pansiyon bulmanın zor olduğunu okumuştum. Bu kişinin pansiyonu için, geldiğimiz yöne geri dönüp, 7-8 km gitmemiz gerekiyormuş. Pansiyonun plaja çok yakın olduğunu ve motosikletlerimiz için kapalı garajı olduğunu söyleyince burası cazip geldi. Fiyatı kişi başı 15 Euro istedi ve hiç aşağı inmedi. Dubrovnik içinde otel aramaktansa burada kalmayı uygun bulup adamla beraber pansiyonun yolunu tutuyoruz.


Pansiyon güzel. Teras katını tutuyoruz. Hemen duş alıp Dubrovnik’e dönmek için sabırsızlanıyoruz. Ama o da ne ? Dışarıdan gök gürültüleri gelmeye başlıyor. Ardından da şiddetli bir yağmur. Yaz yağmurudur geçer diyoruz ama yarım saat geçmesine rağmen şiddetinde en ufak bir azalma yok. Pansiyon sahibine otobüs ile ulaşımı soruyoruz. Geldiğimiz yoldaki durağı tarif edip elindeki listeye göre 15-20 dakika içinde bir otobüs geleceğini söylüyor. Pansiyondan aldığımız bir Dubrovnik haritasından, dönüş için durak noktamızı da belirleyip pansiyondan ayrılıyoruz. Tabi pansiyon sahibinden emanet bir şemsiye alarak Smile


Ama asıl ızdırap otobüs durağında başlıyor. 15-20 dakikanın üzerine bir 20 dakika daha geçiyor ama otobüs yok. Acaba saatleri yanlış mı öğrendik diyoruz ama duraktakilerin elinde de aynı liste var. Ama onlar gayet rahat, "Hava yağmurlu, normaldir" diyorlar. Durakta 1 saatten fazla bekliyoruz ve nihayet otobüs geliyor. Kimse de tepki yok. Adamların sinirleri alınmış sanırım. Bizde olsa kıyamet kopardı.


Etkisini az da olsa kaybeden yağmurla birlikte Dubrovnik'e ulaşıyoruz. Eski şehrin yerini sorarak, bir an önce surları bulmaya çalışıyoruz;





Sonunda surların giriş kapısından birini buluyoruz. Yağmur da azalıyor. Sanırım şemsiyeyi açmadan gezebileceğiz;





Surların içi bizi büyülüyor. Budva ve Kotor'dan sonra çok iyi korunmuş bir ortaçağ şehri daha... Islanan yollar, ışıklar altında farklı bir güzel görünüyor. Belki de bu bizim şansımıza;














Ufak bir turdan sonra zil çalan midelerimizin sesine kulak verip, Dubrovnik'in deniz ürünlerini aramaya başlıyoruz. İşte 12 Euro'ya aldığımız menümüz ;





Yan masada oturan iki kişi kısa bir süre sonra "Merhaba" diyerek selam veriyor Smile İki öğretmen arkadaş turistik gezideymiş. Bu gezi boyunca bir çok Türk'le karşılaştık. Sanırım Balkanlar ikinci kez Türk akınına uğramış Smile Bu fotoğrafı da Türk arkadaşlarımız çekmişti;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Yemek sonrası duran yağmuru da fırsat bilip Dubrovnik'i daha rahat turlamaya başlıyoruz;





Liman bölümü;











Belki de havanın yağmurlu olması sebebiyle ara sokaklar bomboş. Ama bu çok daha güzel. Yıllar öncesini bozan bir görüntü olmadan geziyoruz sokakları. Her an bir dük, düşes karşımıza çıkacakmış gibi Smile

















Son otobüsü kaçırmamak için uygun bir saatte ayrılıyoruz eski şehirden. Yarın tekrar buradayız. Bir de gündüz gözüyle göreceğiz bu güzel şehri.





Merak eden olduysa söyleyeyim; ilk durak olmasına rağmen otobüs yine yarım saat geç kalktı. Evil or Very Mad
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
Hızlı Cevap
Kullanıcı Adı:


Very Happy Smile Sad Surprised Shocked Confused Cool Laughing Mad Razz Embarassed Crying or Very sad Evil or Very Mad Twisted Evil Rolling Eyes Wink Exclamation Question Idea Arrow Neutral Mr. Green
Seçenekler
Son Mesajı Alıntı Yap
 
Mesajları göster:   
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    www.endurocu.com Forum Ana Sayfası -> Geziler/Toplantılar Tüm saatler GMT +2 Saat
Sayfa Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
2. sayfa (Toplam 6 sayfa)

 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız

   
 
 
Bilgi & Servisler

Foto Galeri



Etiketler

endurocu motosiklet enduro redbull

ikiteker haberler yarışlar geziler

motokros macera kamp festivaller

forumlar xfighters dragyarışları

motogp seatosky supermoto dakar

Twitter

Web sitemizde yayınlanan en son güncel haberler, makale ve duyurulardan anında haberdar olmak için tarayıcınızda anlık bildirimleri etkinleştirebilirsiniz. Bu ücretsiz bir servistir...

Bildirimleri Etkinleştirin

Copyright © 2004, Tüm Hakları Saklıdır

endurocu   endurocu   endurocu   endurocu   endurocu

Ana Sayfa   Üyeler   Yazarlar