Endurocu.Com

         
 

 

 
         
  |  Giriş  |  Hemen Üye Ol    

 
  www.endurocu.com :: Başlığı Görüntüle - balkan turu

 Sıkça Sorulan SorularSıkça Sorulan Sorular   AramaArama   Motosiklet GruplarıMotosiklet Grupları   HesabınızHesabınız   Özel Mesajlar (PM)Özel Mesajlar (PM)   GirişGiriş 

balkan turu
Sayfa Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
 
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    www.endurocu.com Forum Ana Sayfası -> Geziler/Toplantılar
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
__face__
BMW Grubu
BMW Grubu


Kayıt: Apr 11, 2006
Mesajlar: 5500
Nerden: Bandırma
OFFLINE

MesajTarih: Çrş Arl 21, 2011 12:21 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Vay vay vaaaay... Melekler şehri he... Adamların boşa bu isimi vermediklerini anladık, sayenizde Beyler... Laughing Wink
_________________
...der __face__

Feyzhan
ÖZTÜRK
545 401 45 46
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger
Sponsor Linkler







Tarih:     Mesaj konusu:

Başa dön
hasan17
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye


Kayıt: Jan 01, 2007
Mesajlar: 289
Nerden: çanakkale biga
OFFLINE

MesajTarih: Çrş Arl 21, 2011 11:51 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

6.GÜN ( 03 Temmuz 2011 Pazar )


Bu gün Dubrovnik'teyiz. Yani konaklama için yer değiştirmiyoruz. Sabahtan plaj, devamında Dubrovnik şehir merkezi, sonrasında da gidebildiğimiz kadar Dalmaçya kıyılarında motor sürmek istiyoruz. Gün sonunda toplam 264 km yol yaptığımızı görüyoruz. İşte haritadaki izimiz;





Güne pansiyonumuzun terasında demleme Türk çayı ile yapılan sıkı bir kahvaltı ile başlıyoruz. Hava pırıl pırıl. Dün geceden eser yok Smile





İşte Pansiyonumuz. Teras katı bizim;





Burası da motosikletlerimizin durduğu, pansiyonun hemen karşısındaki kapalı garaj;





Bu fotoğraf, pansiyonun hemen yanındaki evden. Balkanlarda birçok yerde kuzu çevirme yapıldığını gördük. Ama yemek nasip olmadı. Sad Sistem genelde aynı. Su her yerde bol olduğundan, su kuvveti ile çarkı döndürüyorlar;





Mayolarımızı giyip plajın yolunu tutuyoruz;











Geçen yıl deniz sezonunu Kızıldeniz'de açmıştık. Bu yıl Adriyatik'te. Bakalım seneye nasip neresi olacak ? Very Happy












* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *





Deniz ve duş sonrası yüksüz motosikletlerimiz ile Dubrovnik'e doğru hareket ediyoruz. Dün, gün batımında gördüğümüz ve pansiyoncumuz ile karşılaştığımız seyir terasında tekrar duruyoruz. Arkadaşlar burada nefis bir manzara var. Dubrovnik bir tarafta, Dubrovnik'e turist taşıyan devasal cruise gemileri bir tarafta...






















* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *




Seyir noktasından ayrılıp Dubrovnik'e hareket ediyoruz. Dün geceden öğrendik, direkt surların dibindeki otoparka gidiyoruz. Otoparkta motosikletler için ayrılmış bölümler var. Ama 2 motosiklet için yer yok gibi. Tabi anında çözüm üretiyoruz Twisted Evil Küçük motosikletleri azıcık sıkıştırıyoruz, yerimiz hazır. Bu arada Polonyalı bir motosiklet grubu geliyor. Kısa bir selamlaşma ve tanışma sonrası bu arkadaşlarımıza da Türk Bayrağı çıkartmalarımızdan veriyoruz.











Gündüz gözüyle bu güzel şehri görmek için surlardan içeri giriyoruz. Dik bir inişle ana caddeye doğru gidiyoruz;





Elimde şehirle ilgili notlar var. Ama anlatım sırası caddenin diğer başından, indiğimiz noktaya doğru. Smile Yani aşağıdaki fotoğrafa göre, karşıdaki giriş kapısına gidip, olduğumuz noktaya doğru gelmemiz gerekiyor. Bizde şehrin ana giriş kapısına doğru ilerliyoruz;









* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *




Turu tam yapabilmek için önce şehrin dışına çıkıyoruz. Karşımızda surların en dışında bulanan şehrin ana kapısı Pile. Kapının üzerinde ise şehrin koruyucu azizi olan St. Blaise.





Ana kapıyı geçince merdivenlerden inerek ikinci kapıya geliyorsunuz. Eski çağlarda güvenlik en üst noktadaymış. Gerçi şimdi de farklı değil ya... O zaman hendekler varmış, şimdi x-ray cihazları.








Şehre girildiğinde ilk dikkati çeken Büyük Onofrio Çeşmesi oluyor. Zaten burası şehrin simgelerinden biri. Küçük Onofrio Çeşmesi ise çaddenin sonunda yer almakta. Her ikisi de 1444 yılında yapılmış. Büyük olanın 16 bölmesi var. Her bölmede rölyefler mevcut. Veba salgını olduğu dönemlerde şehre girmek isteyen herkes bu çeşmelerde yıkanmak zorundaymış;








Buradan bilet alarak Dubrovnik'in meşhur surlarını gezebilirsiniz. Sanırım 2 Euro idi. Surların uzunluğu 2 kilometreyi, yüksekliği ise 25 metreyi buluyormuş. Hava çok sıcak olduğu için biz şehrin içini gezmeyi tercih ettik.





Caddede ilerlemeye başlayınca hemen sol tarafta Fransisken Manastırı var. 1317 yılında yapımına başlanan manastırın inşası 100 yıl sürmüş. Manastırın kapısı kapalıydı. Camdan çekebildiğim fotoğraf;





Manastırın yan tarafında ise dünyanın en eski eczanesi olarak bilinen ve şu an müzeye dönüştürülen eczaneye geliyoruz;





Ana caddede ilerlemeye devam ediyoruz;









* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *




Ara sokaklar cafe-bar tarzında mekanlarla dolu;








Sanırım bu bölümde de pansiyonlar var Smile





Eski korsanlardan biri buralarda kalmış;





Caddenin sonuna yürüyerek Loggia meydanına ulaşıyoruz. Meydanda öne çıkan yapılardan birisi saat kulesi . Kulenin hemen yanında bulunan 4 adet çan. Bu 4 çanın çalınması ile şehrin tehdit altında olduğu halka duyuruluyormuş.





Meydanın tam ortasında ise 1418 yılında yapılan Orlanda sütünu mevcut. Şehrin özgürlüğüne kavuşmasında kahramanlıklar gösteren Orlanda için yapılmış. Bana tipi çok heybetli gelmese de elinde kılıcı ile hala şehri bekliyor Smile ;








Saat kulesinin sol tarafında zamanında gümrük işlerinin yapıldığı Sponza Sarayı mevcut. Bu bina 1706 yılında yapılmış. Yerinde bulunan eski bina ise 1667 yılındaki büyük depremde tamamıyla yıkılmış. Binanın çatısında gülleye benzeyen beyaz bir obje var. Bu obje, Venedik'e karşı Ragusa Krallığının yanında yer alan Osmanlı İmparatorluğuna şükran amaçlı yapılmış;





Bu çeşmede Küçük Onofrio Çeşmesi;





Sponza Sarayını arkamıza alarak katedrale doğru ilerliyoruz;





Sol tarafımızda Rektörler Sarayı var. Zamanında şehri yöneten kişi burada otururmuş;





Katedralin önünden az önce geldiğimiz cadde;







* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *




Katedralin içindeyiz ;





Hasan Abi ile gelmişken günahlarımızdan arınalım diyoruz Smile ;





Bu kadar tarihi bilgi yeter deyip kendimizi rastgele sokaklara salıyoruz. Küçük bir meydan daha çıkıyor karşımıza;












Birçok yerde su içilebilen çeşmeler mevcut;





Dün akşam yemek yediğimiz yer;





Tekrar dar ara sokaklardayız. Buralarda rastgele gezmek çok güzel;









* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *




Dubrovnik geçmiş tarihinde olduğu gibi yakın tarihinde de savaşlar görmüş; 1991 sonbaharından 1992 Mayısına kadar acımasızca Sırp bombardımanına uğramış. Eski, yeni bir çok bina hasar görmüş. O günlere ait bir kaç fotoğrafın olduğu bir sokaktayız;








Yavaş yavaş motosikletlerimize doğru yöneliyoruz. Bu defa dik ve dar sokaklara tırmanmaya başlıyoruz;





Binalardan dışarıya çıkan taş bloklar dikkatimizi çekiyor. Bir forumda da bunu okumuştum. Hasan Abi'nin yorumuna göre bunlar binanın pencereleri ile ilgiliymiş;






Geldiğimiz yerler;





Sonunda surlara ulaşıyoruz. Ama buralardan surlara çıkmak mümkün değil. Her yeri kilitlemişler. Eğer surlara çıkmak istiyorsanız en başta gösterdiğim yere gidip 2 Euro'yu vermeniz gerekiyor Wink





Surların dibinde yaşlı bir teyze el işi ürünlerini turistlere satmaya çalışıyor;





Şehri daha yukarılardan seyretmek isteyenler için bir teleferik mevcut;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *





Tekrar motosikletlerimizin yanındayız. Dalmaçya kıyılarında motosiklet sürmek için Dubrovnik şehir merkezinden ayrılıyoruz. Şehir çıkışına yakın bir seyir tepesindeyiz. Buradan Dubrovnik'in arka yüzünü görüyoruz;





Buradan ayrılır ayrılmaz da Dubrovnik'in meşhur Franjo Tudmana Köprüsüne geliyoruz. Şehrin bu yakasından girişlerde, koyu baştan başa dolaşmamak için yapılan ve trafiği rahatlatan ve bir o kadar da görsel güzelliği olan bir köprü;





Köprüyü geçtiğinizde manzara seyri için geniş bir otopark var. Foto için ufak bir mola daha veriyoruz;








Eğer zamanı uydurabilirsek Karcula adasına gidelim diyoruz. Bu ada da çok tarihi bir yermiş ve eski şehri korunarak günümüze kadar ulaşmış. Yola devam. Denizde irili ufaklı onlarca ada var;








Yol kalitesi süper;





Pırıl pırıl koylar;










* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *




Doli'yi geçtikten 4-5 km sonra Stone tarafına, yani sola sapıyoruz. Deniz belli bir süre sağımızda kalıyor;





Sonra tekrar solumuzda. Uzun bir yarımada ve her tarafta koylar olunca insan yön tayini yapmakta zorlanıyor;





Bu bölge bağları ve şarapları ile ünlü;








Adaya geçiş için feribota binmemiz gerektiğinden belli bir yerden sonra foto molasız yol alıyoruz. Adaya feribotların kalktığı, Orebic kasabasına ulaşıyoruz. Biz limana yaklaşırken bir feribot kalkmıştı. Maalesef en yakın feribot 1 saat sonra kalkacağını öğreniyoruz. Biz de adayı iptal edip geldiğimiz noktanın keyfini çıkarmaya çalışıyoruz. Hem dönüşte de hızlı geçtiğimiz noktaları rahat rahat görme şansımız olacak. Orebic'ten yapılan bir tekne turu bilgisi;





Orebic sahili;








Adadan gelen feribot. 1 Saat sonra buradan kalkacak;





Maalesef burada da motosiklete KASK'sız binenler var Twisted Evil






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *




Dönüşe geçiyoruz. Güzel bir noktada meyve molası veriyoruz;





Biz orada otururken biri römorklu olmak üzere 2 adet küçük cc'li motosiklet yanımızdan geçiyor. Yüklerine bakılırsa uzun bir turdalar. Ayrıca bir kaç motosiklet daha bize el sallayarak geçiyorlar;





Surları ve tuzu ile ünlü Stone'a geliyoruz. Fotoğraftakiler tuz tarlaları. Tuz tarih boyunca çok önemli bir madde olarak kalmış. Altın gibi tuz için de büyük savaşlar yapılmış.





Burası da Stone'u çevreleyen, Çin seddinden sonra dünyada ayakta kalan en uzun savunma duvarları. 900 Metrelik iç duvarın dışında 5 km'lik dış duvarlar gerçekten müthiş.








Dubrovnik'e gelmek üzereyiz. Gün batımında Franjo Tudmana Köprüsü tekrar karşımızda;










* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *




Hava kararmak üzereyken tekrar eski şehire geliyoruz. Yağmurlu olan bir önceki geceye göre çok hareketli;








Çeşmenin yan tarafında güzel bir konser var. Sokak çalgıcıları herkese müzik ziyafeti çekiyor;





Bu küçük konser bitiminde çeşmenin yanından ayrılırken, çeşmenin yanında oturan 3 genç kızdan biri Türkçe olarak; "Merhaba, siz rehber misiniz ? " şeklinde bir soru yöneltiyor. Bir an dumur sonrası aramızda geçen sohbet;

- Niye sordunuz ?

- Siz rehber misiniz ?

- Hayır değilim. Niye sordunuz ?

-Siz rehbere çok benziyorsunuz da. Sizde tam rehber tipi var.

- ??? Yok biz motosiklet ile bir turdayız. 2 Gündür Dubrovnik'teyiz. Rehber olup olmadığımı niye sordunuz ?

-Biz de 3 arkadaş Dubrovnik'e 5 günlük bir gezi için turla geldik. Mostar'a da gitmek istiyoruz. Rehberimiz buraya ekstra tur yapıyor ama çok pahalı. Biz kendimiz gitmek istiyoruz. Ama rehberimiz, kız başımıza oraya zor gideceğimizi söyledi. Acaba gidebilir miyiz ?


Durum anlaşılıyor. Arkadaşlar beni rehber sanmışlar ve kendi rehberleri dışında birinden, Mostar'a kendi başlarına gitmelerinin mümkün olup olmadığını teyit ettirmeye çalışıyorlar. Turla yapılan gezilerde ekstra turlar maalesef çok pahalı oluyor. 15 Euroya mal edebileceğiniz bir gezi, 50-60 Euro'ya satıldığı için arkadaşlar alternatif çözümler üretmeye çalışmışlar. Kendilerine, bu turu yapan birkaç yerin tabelasını gördüğümüzü söyleyip tarif ediyoruz. Daha da az maliyet için otobüs terminalinden gitmelerinin mümkün olabileceğini, oraya sormalarını söylüyoruz. Daha önce turla gittiğim yurt dışı gezilerinde ekstra turların çoğuna katılmamama rağmen, tüm gruptan fazla yere gittiğimden bahsedip cesaretlendirmeye çalışıyorum. Bizim de yarınki rotamız Mostar olduğunu söyleyip, orada görüşmek dileğiyle ayrılıyoruz bu ilginç muhabbetten... Smile


Eski şehri sindire sindire geziyoruz. Dubrovnik görülmesi gereken çok güzel bir yer. Surların dışını da merak edip biraz da orada turlayalım diyoruz. Ama sur dışı, yani yeni şehir ilgimizi çekmiyor. Yakın bir yerde yemek yiyip tekrar surların olduğu bölüme geliyoruz;








Aynalı bir durakta kendimizi çektiğimiz bir fotoğraf;





Bu arada Hırvatistan ile ilgili ek bir bilgi. Kravatın doğduğu yer Hırvatistan ama maalesef buna tam sahip çıkamamışlar. 30 Yıl savaşlarında Fransa için savaşan Hırvat lejyonerlerin eş ve sevgilileri tarafından boyunlarına bağlanan bu aksesuar, zamanın Fransız modacıları tarafından yeniden tasarlanarak kravat tüm dünyaya tanıtılmış.





Dubrovnik'ten ayrılmadan önce sahilde yapılan bir tekne turu bilgisini aktarayım. Biz geç fark ettiğimiz için katılamadık. Şehri denizden görmenin mümkün olduğu bu turun çok güzel olacağına eminim;





Pansiyona dönmek için motosikletleri park ettiğimiz yere geliyoruz. Ama Hasan Abi'nin motosikletinde ufak bir problem var, kısa far yanmıyor. Sigorta ve bir kaç yeri kurcalasa da sorun düzelmiyor. Ben önde o arkada pansiyona kadar böyle gidiyoruz. Sabah ola hayrola...
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
hasan17
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye


Kayıt: Jan 01, 2007
Mesajlar: 289
Nerden: çanakkale biga
OFFLINE

MesajTarih: Cum Arl 23, 2011 10:02 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

7.GÜN ( 04 Temmuz 2011 Pazartesi )


Bugün Adriyatik kıyısından ayrılıp Balkanların içine yöneleceğiz. Hedefimiz Mostar. Tevfik'in geçen yıl geldiği, gezi öncesi bize bol bol anlattığı yerlere. Günlük kilometremiz 182. Yol izimiz ise şöyle;





Terasta yapılan güzel bir kahvaltı sonrası motorlarımızı yüklemeye ve yola hazırlamaya başlıyoruz. Hasan Abi önce bozuk olan kısa farı onarmaya çalışıyor. Ufak bir kontrolden sonra sorunun patlayan ampulden olduğu anlaşılıyor. Yakın bir benzinlikten alınan ampulle sorun gideriliyor;





Dubrovnik'ten ayrılıp Stone sapağına kadar aynı yoldan gidiyoruz;








Stone'un meşhur surlarını bu defa koyun karşı yakasından görüyoruz;





Yolculuğun bundan sonrası çok ilginç. Kısa bir süreliğine Bosna-Hersek topraklarına giriyoruz. Sınır kapısından geçiş yine çok basit. Pasaportlara bakıp, kaşe bile vurmadan "Geç" diyorlar. Smile Bosna-Hersek'in kıyı şeridinde olan tek yerleşim noktası Neum. Burası görebildiğimiz kadarıyla turistik bir belde;












Bosna-Hersek'ten çıkıyoruz. Karşıda görünen Hırvatistan sınır kapısı. Bosna-Hersek topraklarında yaklaşık 10 km yol gittik;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Neretva nehrinin deltasına ve son kez Adriyatik'e bakıyoruz. Aşağıda büyük bir tarım alanı var;








Mostar'a yavaş yavaş yaklaşıyoruz;





Tekrar Hırvatistan sınırındayız. Ama bu defa gerçek sınır.. Smile





Önümüzde 2 Polonyalı daha sınırı geçmek için bekliyor. Bu arada şunu belirtmek isterim, gezi boyunca Polonyalı bir çok motosikletli gördük;





Evet artık Bosna Hersek'teyiz;





Yanlış anlaşılmasın, dudak kremi sürüyorum. Sıcak hava dudaklarımı epey kuruttu ;





Mostar'ın il bazında turistik tabelası sınır girişinde yerini almış;





Ve burada da kuzu çevirme var. Karnımız aç olsa yiyeceğiz ama hep ters saatlerde denk geliyoruz. Neyse ki bizim memlekette de çok bunlardan Smile ;





Bosna Hersek'te köylerin yapısı değişiyor. Özellikle camiler dikkat çekmeye başlıyor;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Yol boyunca bize yoldaşlık yapan Neretva nehrinin kenarında eski bir Türk köyü olan Pocitelj’e ulaşıyoruz. Kale uzaktan görünüyor. Burası 1471 Yılında Türklerin eline geçmiş;





Köyün sapağına geldiğimizde yol soruyoruz. Meyve satan kadınların gösterdiği yola giriyoruz. Ama yol patikaya dönüşüyor. Kalenin arkasına ulaşıyoruz. Ama buralarda kimseler yok. Yanlış yere geldiğimizi anlayıp aynı yoldan geri dönüyoruz. Ama buraya gelmemiz sayesinde kale ve Neretva nehrini bu şekilde fotoğraflayabildik;





Sonrasında turistik noktayı buluyoruz. Geldiğimiz noktadan ufak bir seyir yapıyoruz. Hava o kadar sıcak ki, Mostar ve diğer gideceğimiz yerleri de düşünüp birkaç fotoğraf almakla yetiniyoruz. Ama gezmek isteyenlere elimdeki notları paylaşayım; Türklerden kalan en önemli eser Hacı Alija Cami. Mimar Sinan’ın öğrencilerinden Mimar Hayrettin’in eseri. Tabi buradaki bir çok yer gibi, Hırvatlar tarafından zarar görmüş. Büyük bir tadilat geçirmiş. Ayrıca çanı 1917 yılında silahlara kurşun yapmak için eritilen bir saat kulesi var.





Tekrar yola çıkıyoruz. Ve Mostar’dayız;





Mostar tahminimden büyük çıkıyor.Bir tur atsak ta sonunda köprünün olduğu bölgeye ulaşıyoruz. Büyük bir meydanda motorlarımızı park ediyoruz. Kalacak yer bulmamız gerekiyor. Bu işe yine Hasan Abi bakıyor. Motorlarımızın karşısında Marshall Pansiyonunun tabelasını görüyoruz. Sahibi olan bayan da zaten hemen yanımıza geliyor. Hasan Abi ile odaya bakmaya gidiyorlar. Hasan Abi birazdan geliyor. Kişi başı 15 Eura’ya bağlamış. İlk fiyat 25 Eura imiş Smile . Motorlarımızı da bahçesine koyacağız. İçimiz rahat.





Odaya yerleşip bir duş alıyoruz. Pansiyonumuz köprüye 150 metre uzaklıkta. Yani pansiyondan çıkar çıkmaz turistik alandayız. Köprüye doğru ilerliyoruz;












Yaşlı bir amca gitar çalıyor;





Her yerde restaurant ve kafeler var;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Ve sonunda buraya adını veren köprüye ( Mostar, Boşnakça köprü demekmiş ) ulaşıyoruz. Bir bölümü orijinal olmasa da insan heyecanlanıyor. Bu köprü hem uzak hem de çok yakın tarihin önemli bir noktası;





Neretva nehri turkuaz rengi ile çok güzel;





Birazdan yemek yiyeceğimiz nehir kenarındaki lokantalar;





Köprü şehri ikiye bölüyor aslında. Müslümanların olduğu bölüm ( camilerden anlayabilirsiniz ) ve Hırvatların olduğu bölüm;











Köprü Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin tarafından, 1556 yılında yapılmış.Köprünün iki başında kuleler mevcut. Balkanlardaki yakın tarihteki savaşta köprüye ilk saldırı 1992 yılında Sırplar tarafından yapılmış. Ama köprüye esas zararı Hırvatlar, 1993 yılında vermişler. Son darbe ise 9 Kasım 1993’te, saat 08:30’da olmuş. Herkesin hatırlayacağı o sahne gerçekten çok hüzünlü. Buradaki bir çok yerde de bu görüntüler sık sık gösteriliyor;
















* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Bu arada karnımız iyice acıkıyor. Meşhur cevapi köftelerinden yemek için köprü manzaralı çok güzel bir lokantaya gidiyoruz. Köftemizi ve buraya özel olduğu söylenen bamyalı bir çorba söylüyoruz. Daha önce benzer bir çorbayı Konya’da içmiştim. Belki de Balkanlara gelen Karamanlılar’dan kalma bir yemektir.


Köprüde ve burada Tevfikten bahsediyoruz. Onun bize hep anlattığı Neretva nehri ve köprü karşımızdaydı. Saatlerce bu manzarada oturduğundan bahsetmişti bize. Biz yemekleri beklerken Hasan Abi’nin telefonu çaldı. Telefondaki eşiydi. Kısa bir konuşmanın sonrasında Hasan Abi’nin yüz şekli değişti. Eşi söylemek istemese de bir problem olduğunu anlamış ve söylemesi konusunda ısrar ediyordu. Ve maalesef, Tevfik’in bize en çok bahsettiği yerde, onun acı haberini aldık. Bir önceki gün bir motosiklet kazasında vefat etmiş Sad Bizi bu geziye yolcu eden arkadaşımız dönüşte bizimle olmayacaktı… İkimizde şoktayız ama bir bir birimize belli etmemeye ve karşı tarafa moral vermeye çalışıyoruz. Ama Hasan Abi’nin gözleri o anı çok iyi anlatıyor;





Yudumlar boğazımıza diziliyordu.




Ama güçlü olup bu şoku atlatmamız gerekiyordu. Sonuçta bizde motosiklet üzerindeydik ve bu durumda sürüş yapmamız çok zordu. Yemeğimizin büyük bir kısmını bu kedilerle paylaştık.





Tevfik’in anısına bu manzaraya bir kez de onun için baktık;





Bu durumu aşabilmek için kendimizi toplamamız gerekiyor. Yemekten sonra pansiyonumuza geri dönüyoruz. Motorlarımızla 20 km mesafedeki Blagaj’a gideceğiz. Pansiyonumuzun bahçesinden görüntüler. Motosikletlerimiz güvende ve bizi bekliyor. Hemen üzerlerinde ise kiviler… Yan duvar ise mermi izleri ile dolu. Sonradan bunları daha çok gördük ama ilk fark ettiğimiz yer burası oldu;





* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Blagaj’a doğru yola çıkıyoruz. Burası mutlaka görülmesi gereken bir yer. Büyük bir kayanın altından bir nehir doğuyor. Evet yanlış okumadınız, tek bir noktadan Buna nehri doğuyor. Ayrıca burada1520 yılından kalma bir tekke var. Yani ecdadımızdan kalan bir yer. Yoldan manzaralar;








Ve sonunda Blagaj’dayız. Doğruca nehrin doğduğu ve tekkenin olduğu bölgeye gidip motorlarımızı park ediyoruz. Nehir karşıdaki kaya kütlesinin altından doğuyor.





Karşı tarafa geçip önce o yakayı görelim diyoruz. Kaynağa doğru yürüyoruz;





Tekke ve kaynak karşımızda;




Şelaleden akan su 20 metre gerideki kaynaktan çıkıyor. Su hacmi için bir fikir verir sanırım;









* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Biz su kenarına inerken mağaranın içinden bir bot çıkıyor;





Buz gibi sudan kana kana içiyoruz. Manzara gerçekten muhteşem. Karşınızda dev bir kaya kütlesi, altında ise bir mağara var. Mağaradan da bir nehir doğuyor.





Botla gelen iki genç 2 Euro’ya, botla mağarada gelenleri gezdiriyorlarmış. Hemen biniyoruz tabi;





Mağaranın içine girince biraz hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur. Ben en azından 40-50 metre gideriz diye düşünmüştüm ama mağaranın ağzından sonra ilerlemek mümkün değil. Olsun buranın keyfini çıkarıyoruz. Mağaranın içinde güvercinler yuva yapmış;











Burada görünen kancalar ve halat zamanında tekkede kalanların yiyeceklerini bozulmadan koruyabilmeleri için kullandıkları bir nevi buzdolabı sistemiymiş. Mağaranın içinde ısı düşük ve sabitmiş.






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Mağaranın içinde yeteri kadar serinleyip fotoğraf çektikten sonra botu kullanan arkadaşlardan bizi karşı kıyıdaki tekkeye bırakmalarını söylüyoruz. Böylece tekrar geri dönüp U çizmekten kurtaracağız. Bir nevi iskele gibi noktadan karşı kıyıya çıkıyoruz. Burada direkt nehirden su içmek için konan bir tas dikkatimizi çekiyor. Bu tür taslar çeşmelerde hep olur ama bir nehir ağzında...





Türbenin bahçesine giriyoruz. Eski ve çok güzel bir bina. Sesleniyoruz kimseler yok. Biz de kendimiz gezmeye karar verip üst kata çıkıyoruz;





Tekkenin içinde gezerken her adımda ahşap binadan gıcırtılar geliyor. Burada geçen ömürleri düşünüyor insan. Tekkeden görüntüler;





Bu arada bir görevli geliyor. Buranın tadilatta olduğunu, girmenin yasak olduğunu söylüyor. Yanlış gözlemlemediysen gözü tshirtlerimizdeki Türk bayraklarına takılıyor. Sonra gezebilirsiniz anlamında işaret yapıp çıkıyor. Balkanlarda bir çok yerin restorasyonu TİKA tarafından, yani Türkiye tarafından yaptırılıyor. Bir çok yerde tabelasını gördük. Burayı da TİKA yaptırıyormuş, sonra gördük. Sanırım Türk olmamız ve buranın da ecdadımızdan bir miras olması sebebiyle bize göz yumuldu.


Hasan Abi'nin arkasındaki pencere az önce geldiğimiz mağara ve nehre bakıyor;





İkinci katta 2 adet türbe de vardı. İkinci katta olması ilginç geldi. Yani direkt toprağa bağlı değil;





Pencereden manzaraya bakıyoruz. Botun yeni müşterileri turda;








Tekkenin bahçesindeyiz. Gerçekten cennet gibi bir yerde yaşamışlar;









* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Bahçenin biraz ilerisi tam bir şantiye. İçeriye kimseyi sokmuyorlar. Yani biz de botla karşı kıyıya geçmesek burayı göremeyecekmişiz. Nehir kenarında ilerliyoruz;





Turistik eşya satanlar;








Nehir burada genişleyerek ilerlemeye devam ediyor. Devamında Neretva ile birleşiyormuş. Yolunuz Mostar'a düşerse burayı görmeden dönmeyin bence;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Tekrar Mostar'a dönüyoruz. Trafiğe açık bir köprüden Mostar Köprüsünü fotoğraflıyoruz;





Hiç aklımızda yoktu, Neretva nehrinde yüzmeye karar veriyoruz. Burada değişik bir anımız olsun diyoruz. Motorlarımızı tekrar pansiyona bırakıp köprüye ve sonrasında nehir kenarına iniyoruz;





Önce Hasan Abi giriyor bu serin sulara;





Ben buraya kadar gelmişken köprüden atlamadan gitmeyeyim diyorum. Zaten yükseklik 25 metrecik, ne olacak ki Wink Herkes başıma toplanıyor. Show time ;











Yüzerek kıyıya çıkıyorum desem de İNANMAYIN tabi... Smile Ben atlayacaktım ama Yusuf olmaz dedi Wink Eskiden buranın gençleri, sevgililerine aşklarını ispat etmek için bunu yaparlarmış ama şimdi turistler için para karşılığı yapılıyormuş. Bir tanesi de bize denk geldi. Eşime bu fotoğrafları gösterip "Sana aşkımı ispat için atlamıştım" demiştim ama sanırım foyamız ortaya çıkacak şimdi. Ama benim aşkım bir köprüye sığar mı hiç, değil mi hayatım. Senin için köprüden değil, uçaktan atlarım ben... Wink ( Umarım telafi etmişimdir Smile )





Su gerçekten çok soğuk ve çok ciddi bir akıntı var. Yürüyerek nehrin ileriki bir noktasından kendinizi suya bırakıyorsunuz ve bir kaç saniye içinde ilk noktanıza geliyorsunuz. Dikkatli olmak lazım;





Bu arada bir köpek yılışık yılışık gelip Hasan Abinin yanına yatıveriyor. Hasan Abi'nin hayvan sevgisini hissetti sanırım. ( Evinde yirminin üzerine kedi ve bir köpeği olduğunu biliyorum )







* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Bu yüzme molası ile kendimize geliyoruz. Tekrar odamıza dönüp, Mostar'ı gezmek için dışarı çıkıyoruz. Köprüye yakın bir noktada bisikletli bir gezgin denk geliyor. Hastayım bu insanlara. Bu nasıl bir azim. Adam bisikletiyle dünya yer geziyor. Sohbet ederken bisikletindeki Türk Bayrağı çıkartmasını görüyoruz. Türkiye'den mi geldiğini soruyoruz. Bayrak 4 yıl öncesindenmiş. Smile Dikkat ederseniz, pedal ile su şişesinin arasında. Biz de hemen kendi bayrak çıkartmalarımızdan hediye ediyoruz bu dosta;









Köprüye doğru yürümeye devam ediyoruz. 93 Yılının asla unutulmaması için;





Tekrar köprü üzerindeyiz;





Az önce yüzdüğümüz yer;











Köprüyü geçip çarşıya doğru yürüyoruz;





Balkanlarda sanırım hep bir din çekişmesi var. Bir çok yerde olduğu gibi burada yüksek bir tepeye dev bir haç koymuşlar;





Köprüyü güzel gören bir noktadayız;







* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Ve konsolosluğumuz;





Eski şehirden çıkarken top ve diğer mermilerden hasar görmüş bir bina;





Elimdeki haritaya göre yakınlarda Türk evi olarak gösterilen bir yer var. Buluyoruz ama maalesef biraz geç kaldığımız için kapanmış. Okuduğum notlara göre Neretva nehrini güzel gören bir noktadaymış. Güzel bir Türk kahvesi de iyi gidiyormuş, gideceklere duyurulur;





Evin güvenlik önlemleri dikkatimizi çekti;





Tekrar caddeye dönüyoruz. Ve yine bizden Mostar'a bir miras olan 1557 yılından kalma Karagöz Bey Cami çıkıyor karşımıza. Tabi bu hali ciddi bir restorasyon görmüş hali.





Savaşta cami çok büyük hasar görmüş. O günlerden bir fotoğraf;





Caminin içindeyiz ;





Özel bir bölmede 16. y.y. el yazması bir Kuran-ı Kerim var;





Caminin hemen yanında bir mezarlık var. Çok eski mezarların yanında, ölüm tarihleri 93 yılını gösteren onlarca mezar görüyoruz Sad




Yolumuza başka bir cami çıkıyor; İbrahim Efendi Cami. Sadece dışarıdan fotoğraflayabiliyoruz;





Buralarda değişik bir uygulama var. Ölen kişilerin fotoğraflı bilgilerini bir çok yere asıyorlar.Sanırım cenaze ile ilgili bilgiler veriliyor;







* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Hava kararıyor. Köprünün gece fotoğraflarını çekmek için geri dönüyoruz. Yollar tam bir sanat eseri Smile ;





Köprü gece ayrı bir güzel görünüyor;





Köprünün diğer tarafına geçiyoruz. Mostar'dan gece manzaraları;





Gündüz yüzdüğümüz yerin hemen yanında, Neretva'ya karışan Radobolja deresinin üzerine kurulmuş olan, Kriva Cuprijava köprüsünü buluyoruz. Bu köprü diğeri kadar eski; 1557 yılında yapılmış. Tabi bu da savaştan nasibini almış.





Etrafta çok güzel restaurantlar var;





Köprünün çok yakınında ise Nezirağa Camisi var.





Yavaş yavaş pansiyona dönme saati geliyor. Yarın Saraybosna'ya doğru yolumuz olacak.


DEVAM EDECEK =====>>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
wolfmann08
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye


Kayıt: Mar 04, 2008
Mesajlar: 418
Nerden: Artvin
OFFLINE

MesajTarih: Cmt Arl 24, 2011 3:40 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

harika bir anlatım ve fotolar paylaşımından ötürü teşekkürler
_________________
XL 650 TA 2001
0 RH (+)
Ufuk ÇELİK
www.artvinmotosikletkulubu.com
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder MSN Messenger
hasan17
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye


Kayıt: Jan 01, 2007
Mesajlar: 289
Nerden: çanakkale biga
OFFLINE

MesajTarih: Pzr Arl 25, 2011 11:35 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

8.GÜN ( 05 Temmuz 2011 Salı )


Bugünkü hedefimiz Saraybosna. Gün içerisinde toplam 161 km yol gitmişiz. Yol izimiz aşağıda;






Sabah gök gürültüsü ve yağmur sesiyle uyanıyoruz. Sad Hava o kadar kapalı ki sanki gece gibi her yer karanlık. Telefonların alarmları çalsa da yataktan hiç kalkmıyoruz. Acaba diner mi bekliyoruz ama dinmek bir yana, ara ara çok daha şiddetli yağıyor. Bir gezi raporunda okumuştum ya Mostar ya da Saraybosna idi. Yağmur kesintisiz dört gün yağmış. Havanın durumunu görünce bizim başımıza da aynı şey mi gelecek diye kara kara düşünmeye başlıyorum.


Bakıyoruz olacak gibi değil. Beklemektense en azından kahvaltımızı yapalım diyoruz. Hasan Abi çayımızı demliyor ( Yüz ifadesine dikkat lütfen… Smile ) ;





Motorlarımız yağmurla güzelce yıkanıyor;





Pansiyonun dışı, kimseler yok.





Kahvaltıdan sonra bakıyoruz ki yağmurun dineceği yok, giyiyoruz yağmurlukları ve motorları yüklüyoruz. Motorları dışarı çıkarıp tam yola çıkacağımız anda yağmur şiddetini azaltıp ufak ufak çisemeye başlıyor. Smile Dualarımız kabul oldu galiba. Bu arada kaldığımız pansiyon ve tabelası da fotoğrafta çıkmış. Gelecek arkadaşlara kesinlikle tavsiye ederim. Fiyatına göre çok güzel bir pansiyon.






Mostar’ın içinden depolarımızı doldurup yola çıkıyoruz. Yağmur sadece birkaç bölgede kendini gösteriyor. Yolun büyük bir bölümünü yağmursuz bir ortamda geçiriyoruz. Tek üzüldüğüm nokta, Mostar’dan ayrıldıktan yaklaşık 15-20 km sonra köprüde tanışıp, kendisine Türk bayrağı çıkartması verdiğimiz bisikletli arkadaşın yanında duramamamız oldu. O bölgede maalesef yağmur kendisini hissettiriyordu. Durup kendisine bir merhaba diyemedik. Korna ile selamlaşıp yola devam ettik.


Yol boyunca manzara süper. Yağmura yakalanma korkusuyla çok fazla mola veremedik. Ama o güzelliklerin keyfini çıkardık doğrusu. İşte durduğumuz yerlerden biri;


















* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Bir süre daha yol aldıktan sonra, nehrin üzerinde köprü olan bir noktada, bir mola daha veriyoruz. Nehrin rengi o kadar güzel ki…















* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Saraybosna’ya doğru tekrar yola çıkıyoruz. Sonunda ulaşıyoruz. Saraybosna tabanı 1 km’den az olan uzun bir vadide kurulmuş bir şehir. Üç tarafındaki dağların yüksekliği 1500 metreyi buluyormuş. Coğrafi konumu sebebiyle 1992-1995 Yılları arasında Sırp topçularının ve keskin nişancıların açık hedefi haline gelmiş. Ecdadın bu bölge ile tanışması Fatih Sultan Mehmet ile başlıyor. Ama

Saraybosna’nın yani aslında adının geldiği saray ovasının ( Sarajevo ) gelişimi 15. Ve 16. Yüzyıllarda, İshakoğlu İsa Bey’le Gazi Hüsrev Bey zamanında olmuş. Saraybosna Türklerin Avrupa’da kuruduğu en büyük kent olmuş.


Şehrin girişinden itibaren, gezi boyunca görmediğimiz bir trafik yoğunluğu ile karşılaşıyoruz. Başçarşının olduğu eski şehir bölgesine ulaşmaya çalışıyoruz. Biraz tabela, biraz yardımlar sayesinde, Milijacka nehrini ( Neretva nehrinin bir kolu ) takip ederek aranan noktayı buluyoruz. Birçok raporda fotoğrafını gördüğüm, Saraybosna’nın simgelerinden şadırvanı gözlerimle görünce tamam diyorum, aradığımız bölge burası. Şadırvanın yanından geçer geçmez duruyoruz. Hasan Abi pansiyon arayacak;








Ben az önce geldiğimiz yolun fotoğrafını çekerken aslında kalacağımız pansiyonu da çekmişim. ( Solda yeşil tabela ) Smile Burası Hostel Zemzem. Odayı çok beğenmesek te çarşıya yakınlığı ( 30 metre ) ve motosikletlerimiz için güvenli bir yeri olduğu için buraya yerleşiyoruz. Kişi başı 15 Euro.





Motosikletlerimizi giriş koridorundaki yere bırakıp normal kıyafetlerimizi giyiyoruz. Pansiyondaki arkadaş dış kapının bir kanadını kilitliyor. Motosikletlerimiz güvende, çalınma ihtimali yok… Smile Başçarşıyı gezmek için caddenin karşı tarafına geçiyoruz.


Şadırvan ve güvercinler;











Bir hatıra fotoğrafı;





Çarşıyı ve bölgeyi gezmeye devam edeceğiz ama öncelikle önemli bir görevimiz var. Tevfik’in Edirne’de bize ulaşıp gönderdiği selamı iletmemiz gerekiyor. Bu sebeple bakırcılar çarşısını soruyoruz. Hemen sol tarafta olduğunu öğreniyoruz;









* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



İşte Saraybosna’nın meşhur bakırcılar çarşısı











Çarşıyı gezerken Tevfik’in geçen sen tanıştığı ve Facebook’tan arkadaşlığını devam ettirdiği Niko’yu arıyoruz. Niko ve babasının beraber çalıştırdığı bir dükkan varmış bu çarşıda. Birkaç esanafa bu şekilde soruyoruz. Sonunda biri tanıyor ve bizi götürüyor. Niko yok, babası var. Türkiye’den geldiğimizi, oğlu Niko’ya selam getirdiğimizi söylüyoruz, mutlu oluyor, Niko’ya ileteceğini söylüyor. Buraya kadar her şey çok güzel. Ama selam gönderenin, Tevfik’in durumunu da söylememiz gerekiyor. Zor da olsa Tevfik’le ilgili bir gün önce aldığımız haberi kendisine söylüyoruz. Sad Açıkçası o da ufak bir şok geçiriyor. Türkçe bilmediği halde bu yörede yerleşen bir cümleyi söylüyor bize; “Başınız sağ olsun…”. Dükkanda bir süre sessizlik oluyor. Zor da olsa Tevfik’e karşı son görevimizi de yerine getirmiş oluyoruz. Niko’nun babası ile bir hatıra fotoğrafı çektirip dükkandan ayrılıyoruz;





Üzerimizdeki bu havayı dağıtmak için bir süre daha geziyoruz bakırcılar çarşısını;





Sonrasında yemek yemek için bir yer arıyoruz. Saraybosna’da yenmesi gereken lezzetlerin başında börekler geliyor. Karşımıza bir börekçi dükkanı çıkınca da hemen deneyelim diyoruz;





Burası Üsküp gibi değil, karışık porsiyon börek veriyorlar… Smile Her çeşitten bir parça söylüyoruz. Arkadaşlar inanın ben böyle güzel börek yememiştim. Yolu düşenlere mutlaka tavsiye ediyorum;





Karnımız doyunca moralimiz biraz daha yerine geliyor;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Başçarşıyı gezmeye devam ediyoruz. Buranın her adımında ecdadın izlerini görüyoruz;





Burada ilk gezilecek yerlerin başında Gazi Hüsrev Bey Camii ve etrafındaki yapılar geliyor. Caminin hemen yanında yer alan saat kulesi de bunlardan biri;





Saat kulesine doğru ilerliyoruz. Önce kule daha bir net çıkıyor karşımıza;





Sonrada Hüsrev Bey Cami;





Caminin geniş bir avlusu ve çok güzel bir şadırvanı var;











1530 Yılında Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılan caminin içini görmesek te dışındaki güzelliği ile bizi etkilemeyi başarıyor;





Bahçenin bir bölümünde Hüsrev Bey’in türbesi de mevcut. Saraybosna’nın gelişmesinde anne tarafından II.Beyazıd’ın torunu olan Gazi Hüsrev Bey’in çok büyük katkıları olmuş. Çarşıdaki birçok bina da onun vakfına aitmiş;












* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Caminin girişi ve saat kulesi;









Devamında caminin hemen karşısındaki külliyeye geçiyoruz;















* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Buradan ayrılıp kapalıçarşıya ( bezistan ) geliyoruz;












Kapalıçarşıdan hızlıca bir geçiş yaptıktan sonra dünya tarihinde önemli bir olaya şahitlik etmiş bir noktaya, Latin köprüsüne geliyoruz. 1914 Yılında milliyetçi bir Sırp tarafından Avusturya veliahtı bu köprüde öldürülmüş ve bu olayın da tetiklemesi sonucunda 1.Dünya Savaşı çıkmıştır ;








Karşı caddenin sağ köşesinde bulunan bina bu suikast ile ilgili bir müze haline getirilmiş.





Köprüyü geçer geçmez sağ tarafta müzik pavyonunu görüyorsunuz. İsmi biraz ilginç olsa da hikayesi şöyle; bina 1911 yılında Avusturya-Macaristan hükümdarlığı tarafından yaptırılmış. Askeri kışlaya çok yakın olduğundan, bayramlarda askeri ekipler tarafından burada müzik icra edilirmiş. 1941 ‘de yanan bina 2004 yılında tekrar yapılmış;








Bu bölge gezip dinlenmek için gerçekten çok hoş bir yer. Bulunduğumuz noktadan Latin köprüsünün başka bir fotoğrafı;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Biz burada etrafı izlerken yanımıza biri gelip selam verdi. Hasan Abi’nin üzerindeki Bursa Enduro Festivalinde dağıtılan tshirt’ü görünce, bizi Bursa’lı sanmış. Kendisi de Bursa’lı olan bu arkadaş, Bursa Enduro’dan birkaç arkadaşı tanıdığını ve isimlerini söyledi. Çarşıda bir dükkanı varmış ama açıkçası şu an ne olduğunu unuttum. Sağ olsun bizi davet te etti ama daha sonra görüşme şansımız olmadı. Bu arkadaşa Saraybosna’da görmek istediğimiz noktalardan biri olan tüneli ve nasıl gideceğimizi soruyoruz. Kabaca tarif ediyor ve belli bir bölgeden sonra tekrar sormamızı söylüyor. Ayrıca tünelin ziyaret saatleri kısıtlıymış, acele etmemizi söylüyor. Biz de çok takılmadan Milijacka nehrinin kıyısından birkaç foto daha alıp motosikletlerimizi almak içn pansiyona doğru yöneliyoruz;











Şadırvan’a yaklaştığımızda daha önce içine girmediğimiz Çarşı Camini görelim diyoruz. Yapım yılı 1562 imiş. Caminin girişinde Mostar’da da gördüğümüz gibi cenaze ilanları vardı;





Buradaki camiyi de sadece dışarıdan görebiliyoruz. Namaz saatleri dışında maalesef kapalı oluyorlarmış. Bizim Türkçe konuştuğumuzu duyan fotoğraftaki arkadaş da merhaba diyerek bizimle sohbete başlıyor. Bu arkadaş Kayseri’liymiş. O da burada ticaret ile uğraşıyormuş. Kısa ama güzel sohbetin ardından tünel konusunda ondan da bilgi alıp kapanmadan ulaşmak için pansiyona doğru ilerliyoruz.






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Aceleyle motosikletlerimizi dışarı çıkarıp, verilen tarif üzerine tramvay rayları bitene kadar ilerlemek üzere hareket ediyoruz. Gideceğimiz yer, Ilıca denen bir bölge ve havaalanının yanındaymış. Zaten tünel hava yolu ile gelen malzemeleri almak için açılmış. Fakat zaman çok dar ve orayı zamanında bulup yetişmemiz çok zor. Bu sırada önümüzde bir motosikletli görüyoruz. Acaba deyip kendisinden yardım istiyoruz ve çoğu ikitekerci gibi yanıltmıyor, bizi tünele kadar götürüyor. Gittiğimiz yer kısa bir mesafe değildi, onu da hemen belirteyim. 10 Km’ye yakın bir yol gittik. İsminin Muhammed olduğunu öğrendiğim bu arkadaş bizi, vaktini ayırarak ve üşenmeden tünel’in olduğu yere kadar getirdi. Fakat ilk geldiğimiz yerden tünelin olduğu yere ulaşım kapalıymış. Oradakilerle konuşup bir yer tarifi alıyor. Tekrar takipteyiz. İyi ki bize yardıma gelmiş, yoksa buraları bulmamız imkansızdı… Sonunda tünelin olduğu yere geliyoruz ama maalesef tünel kapanmış Sad Muhammed’in ve bizim emeğimiz boşa çıkıyor. Tünelin içine giremeyeceğiz. Kısmette ne varsa ona razı oluyoruz. Muhammed evin sahibi yaşlı teyze ile konuşuyor. Teyze bu evin sahibi. Sırpların kuşatması sırasında canını tehlikeye atarak bu tünelin evinden açılmasına izin vermiş. Kuşatma süresince her türlü acil yardımlar hava yolu ile bu tünel sayesinde Saraybosna’ya ulaşmış Yani eli öpülecek bir kadın. Biz de hem teyzemize hem de Muhammed’e ufak bir hediye olarak Türk Bayrağı çıkartmalarımızdan veriyoruz;




İşte tünelin giriş bölümü;





Tünelin yapıldığı teyzenin evi. Kurşun izleri hala duruyor;





Karşısında şu an otopark olarak kullanılan bir bahçe var;





Muhammed Hasan Abi’ye bilgi veriyor,





İnsanlığa ibret niteliğindeki bu evin önünde hatıra fotoğrafı çektiriyoruz;









Evin bahçesinin hemen yanından havaalanını görebiliyorsunuz. Tünelin ucu oraya çıkıyormuş;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Tüneli göremesek bile buranın havasını teneffüs etmek bize yetiyor. Muhammed’e ne kadar teşekkür etsek azdır. Pansiyonun olduğu eski çarşıya doğru dönüşe geçiyoruz. Muhammed de bizimle belli bir yere kadar geliyor. Pansiyona ulaştığımızda motosikletlerimizi bırakıp tekrar çarşıya dalıyoruz. Evdekilere hediyelik bir şeyler almamız gerekiyor. Bakırcılar çarşısındaki el iş ürünler dikkatimizi çekmişti. Beğendiğimiz bir dükkana giriyoruz;





Burası çarşının en eski dükkanlarındanmış. Çalışan arkadaş bize dedesinin burada çekilmiş eski fotoğraflarını gösterdi;





Yine dükkanda çok eski yöresel bir kıyafet te sergileniyor;





Alışverişimizi yaptıktan sonra Latin köprüsüne yakın bir noktada olan Fatih Camisine gidiyoruz. Burası 1457 yılında inşa edilmiş;








Bu caminin de çok güzel bir avlusu var;








İçi ayrı bir güzel;





Hasan Abi tarihe tanıklık eden bu yapının içinde dalıp gidiyor;





Caminin içinden görüntüler;








Bahçenin arka tarafında ecdattan kalan mezarlar;





Avlunun her tarafını birbirinden güzel çiçeklerle donatmışlar;











Son bir fotoğraf alıp camiden ayrılıyoruz;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Nehir kenarında oturup buranın tadını çıkarıyoruz;








Saraybosna’nın görmediğimiz yerlerine gitmek için harekete geçiyoruz. Kapalıçarşının yanından geçerken birkaç fotoğrafını daha çekiyoruz;








Hasan Abi tarihe dokunuyor;





Belli bir yerden sonra görüntü tamamen değişiyor. Avrupai bir yere geliyoruz sanki Smile ;





Biraz daha yürüyünce katedral karşımıza çıkıyor;








Hemen yakınında ise bir anıt ateş;





Saraybosna’nın modern yüzü;






* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Savaşın hatıralarını çok derinden taşıyan bir bina Sad ;






Havadaki bulutlar artmaya başlıyor. Yavaş yavaş geri dönme vakti geliyor. Bu arada Saraybosna’nın meşhur isli etini arayıp buluyoruz. Bizim pastırmaya benziyor ama üzerinde çemen yok. İste kurutulmuş geyik ve dana etinden yapılıyormuş.


Eski şehirde çok hoşuma giden bir mekan;





Şadırvana birkaç yüz metre kalmıştı ki yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı. Hasan Abi’nin kedi rolüne bürünüp sığındığı bir dükkan önü Smile ;





Herkes bulduğu korunaklara sığınmış;





Pansiyona ulaşabilir miyiz diye şadırvanın olduğu meydana kadar çatı altlarından ulaşıyoruz ama yağmurun şiddeti hiç azalmıyor. Burada mahsur kalıyoruz,









* * * * * * * * * * * * * * * ** * * * * * * * * * * * *



Bir yandan yağmurun dinmesini beklerken bir yandan da yarını düşünüyorum. Yarın Karadağ’a geçip Durmitor milli parkını geçeceğiz. Okuduğum bilgilere göre burası dağlık ve çok virajlı bir bölge. Eğer hava böyle yağarsa çok ama çok zor bir gün olacak… Sad Havanın iyileşmesi için dua ediyoruz. Uzun süre şiddetli bir şekilde yağan yağmur sonunda sakinliyor. Biz de bunu fırsat bilip hemen pansiyona ulaşıyoruz. Kısa bir dinlenme molası yapıyoruz. Bu arada yağmur da duruyor. Yemek yemek için tekrar çarşıdayız. Ne yiyelim derken gündüz börek yediğimiz dükkanın karşısındaki lokantaya giriyoruz. Buranın yemekleri çok özel bir yöntemle pişiyor. Bizim buralarda kapama dediğimiz metoda benziyor. Yemekler odun ateşinin koruna gömülerek pişiriliyor. Tabi bu da yemeklere çok özel bir tat veriyor. Menüde bir çok seçenek var. Börek bunlardan biri;





Ama biz kuzu etini tercih ediyoruz;





Usta bize yemekleri nasıl pişirdiklerini gösteriyor;




Karnımız doyunca eskiden bir kervansaray olan Moriçe Han’a gidiyoruz. İki katlı, çok güzel ve görülmesi gereken bir yer. Gündüz saatlerinde gelip görmediğim için üzüldüm. Eskiden ahır olarak kullanılan birinci kat, şimdi kafeterya ve bazı satış dükkanları olarak hizmet veriyor. Flaşsız yaptığımız ve kötü çıkan fotoğrafları, mekan hakkında bir fikir vermesi adına paylaşıyorum;








Yanında lokumuyla Türk kahvelerimiz geliyor. Ama bize garip gelen, şekerin kahvenin yanında gelmesi ve sizin istediğiniz kadar şeker atıp, çay karıştırır gibi karıştırmanız. Tabi bu durum telvenin de karışmasına sebep oluyor. Açıkçası çok beğenmedik,





Kahve sonrası pansiyonumuza giderken şadırvanın gece görüntüsünü çekiyoruz. İnanışa göre buradan su içen tekrar buraya gelirmiş. Biz de tekrar su içip pansiyonumuza gidiyoruz;


Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
Hızlı Cevap
Kullanıcı Adı:


Very Happy Smile Sad Surprised Shocked Confused Cool Laughing Mad Razz Embarassed Crying or Very sad Evil or Very Mad Twisted Evil Rolling Eyes Wink Exclamation Question Idea Arrow Neutral Mr. Green
Seçenekler
Son Mesajı Alıntı Yap
 
Mesajları göster:   
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    www.endurocu.com Forum Ana Sayfası -> Geziler/Toplantılar Tüm saatler GMT +2 Saat
Sayfa Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
3. sayfa (Toplam 6 sayfa)

 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız

   
 
 
Bilgi & Servisler

Foto Galeri



Etiketler

endurocu motosiklet enduro redbull

ikiteker haberler yarışlar geziler

motokros macera kamp festivaller

forumlar xfighters dragyarışları

motogp seatosky supermoto dakar

Twitter

Web sitemizde yayınlanan en son güncel haberler, makale ve duyurulardan anında haberdar olmak için tarayıcınızda anlık bildirimleri etkinleştirebilirsiniz. Bu ücretsiz bir servistir...

Bildirimleri Etkinleştirin

Copyright © 2004, Tüm Hakları Saklıdır

endurocu   endurocu   endurocu   endurocu   endurocu

Ana Sayfa   Üyeler   Yazarlar